Yeni videom "Phuket: Adaların iki yüzü"

Bu yılın Temmuz ayında Tayland’ın en büyük adası Phuket’te çektiğim kimi sahneler ve planlar, çok alışıldık olmayan bir tür video belgesele dönüştü.

Yaklaşık 45 dakikalık (44:25 dk) videom “Phuket: Adaların iki yüzü” (Phuket: Two sides of the islands) adını taşıyor ve iki bölümden oluşuyor: “Adaların istilası” (Invasion of the islands) ve “Deniz çingeneleri: Adaların kanadı kırık koruyucuları” (Sea gypsies (Chao Lay): Broken-wing guards of the islands).
Deniz çingeneleri, Phuket’e bin yılı aşkın bir süre önce -Malezya’dan- gelip de yerleşen en eski halk. O günden bu yana sadece balıkçılıkla, deniz kabukluları ya da el sanatlarını satarak geçiniyorlar. Gerçek bir avcı-toplayıcı çağdaş toplum.
Tayland’ın Andaman Denizi sahillerinde 30 ayrı gruptan oluşan 12000’e yakın deniz çingenesi yaşıyor.
El yapımı tekneleri, yüzlerce yıllık avcılık gelenekleri, gizli avlanma alanlarıyla tek geçim kaynağı balıkçılığı sürdüren deniz çingeneleri, Phuket’te gelişen turizmle, turizm “seferlerine” dahil edilen, her yeni sahil, gezi, otel alanı ve adayla bu olanakları bir bir yitiriyorlar.

Ötesi, “korunan yaşam türleri”ni pazarlamak gibi aslı olmayan suçlamalarla tutuklanıyor, dalarken soluk almalarını sağlayan hava pompalarına bağlı olan borular jet ski ataklarıyla kesiliyor.
Binlerce kurban verdikleri 2004 tsunami felaketinde birçoğu zaten sualtında kalan sahiller ve adalardaki barınaklarını, köy alanlarını teker teker yitiriyorlar.
Çoğu deniz çingene toplulukları, yerleştikleri sınırlı toprak alanlarına ilişkin hiçbir yasal hakka sahip değil. Hiçbirinin tapusu yok. Mezarlıkları ve kutsal bölgelerinin çoğu yeni oluşturulan turistik doğal deniz parklarının ve turistik “sefer” alanlarının sınırları içinde…
Phi Phi adası deniz çingenelerinden Yupa Chaonam durumun vehametini şöyle tanımlıyor: “Biz tüm bu gelişmeler karşısında düşüncesi sorulmayan, sürece dahil edilmeyen, dönüştürülen alanlara girişine izin verilmeyen unutulmuş bir toplumuz. O zaman bari hangi yaşam alanlarının hala bize ait olduğunu, hangilerinin olmadığını söylesinler.”
Daha önce yazdığım gibi bu türü (tekniği, kesimi, sunumu) çok alışıldık olmayan video belgeselimin şimdilik sizle sadece tanıtım filmini ve kimi fotograflarını paylaşabiliyorum. Başvurduğum ve daha da başvuracağım bir dizi belgesel festivali, internetten videonun tümünün paylaşılıyor olmamasını koşul belirlemiş ben görmeyeli…

Sonuçta bu renkli, onurlu, neşeli ve yaşam alanlarının kapılarını kolay kolay yabancılara açmayan halkın güvenini kazandığıma çok memnunum. Videoma yaptıkları müzik -uzun kurgu saatlerinin etkisi dışında da- epeydir kulağımdan gitmiyor. İlk fırsatta çağrılarına evet diyebilmek ve o gizli adalarına varacak senelik yolculuklarından birine katılmak ise arzum.
Bu “diyalogsuz” belgeselim, “turizm cenneti Phuket”in tersten bir video-okuması. Umarım en kısa zamanda bir gösterim, sergi ya da festival eliyle tümü sizlerle buluşur.
Reklam

"Sazak’ın Dikenleri" Portekiz Temps D’Images Festivali’nin ödüllü "Sanat Filmleri" bölümüne seçildi


“Hakan Akçura, kendi performansı “Sazak’ın Dikenleri” üzerine yaptığı filmle, hiçbirimize bir kaçış şansı vermiyor ve onunla birlikte Türkiye’nin sıcak güneşinin altında bir hoşgeldin eylemi olarak kalkıştığı bu somut, ağır işin ardına takılıp gidiyoruz. “


Rajele JainFilms Award for Films on Art program yönetmeni
Festival Kataloğu (pdf) Videom “Sazak’ın Dikenleri”, 28 Ekim – 21 Kasım 2010 tarihleri arasında Lizbon’da düzenlenecek Temps D’Images (Zamanın Görüntüleri) Festivali’nin “Film Award for Films on Art” (Sanat Filmleri için Film Ödülü) başlıklı bölümüne seçildi.

Bu yıl sekizincisi düzenlenen Temps D’Images, performans sanatçıları, film yönetmenleri, görsel sanatçılar, müzisyenler, dansçılar ve yazarlar arasında karşılıklı değişim programları yaratan, onların yaratımlarına yapım ve sunum olanakları sağlayan disiplinlerüstü bir festival.

“Film Award for Films on Art” ise, son üç yıldır Festival kapsamında yeralan, seçecekleri ve ödüllendirecekleri filmlere dair beklentilerini aşağıdaki cümlelerle açıklayan bir özel bölüm:

“Sanat ya da sanatçı filmleri özünde, kendi filmiyle yüzleşmek isteyen film yönetmeni için de, sanatını sunmak isteyen sanatçı için de disiplinlerüstü sanat işleridir.

Tüm olanaklı, farklı biçimlere şans tanıyan Festival, uzun süreli gözlemler, tarihsel araştırmalardan güç alan, sanatçıların çekim ve kurguya dair seçimleriyle deneysel bir filme dönüşen belgesellerin, özgün, niteliği yüksek, geleneksel ve güncel örneklerini bulup, seçip, ödüllendiriyor.

Bu filmler, yönetmeninin tanınmış bir sanatçı portresini sunmak isterken, kendi düşünceleri ile saygıyla yaklaştığı filminin ana karakteri arasında kendi yolunu aradığı filmler olabiliyor. Sosyal/politik bir bağlama özel bir sanat biçimi ya da sanatçı varoluşu ile dokunan, yaratım sürecine odaklanan, içinde gösterilen üç boyutlu sanat işlerinin biçimsel problemlerini yansıtan, sanat ve sanat tarihine yönetmeninin kültürü dışından bakmaya çalışan filmler olabiliyor.

Sanatçı, sanat eseri, yönetmen kimliğiyle sanatçı arasında zengin bir etkileşimi çağıran, seyirciye kaydedilmiş ya da belgelenmiş bir sanat eylemini sunmaktan ötesini isteyen filmler…”

“Sazak’ın Dikenleri”, Temps D’Images Festivali’nin ödüllü “Sanat Filmleri” bölümüne seçilen 35 filmden biri ve 14 Kasım 2010’da gösterilecek.

Sazak’ın Dikenleri bundan önce Ankara Film Festivali kapsamında “Video: Bellek Mekan” sergisine, Londra Distance Festivali’ne, 7. Karaburun Şenliği’ne ve çok yakında ayrıntılarını anlatacağım bir süreçle “gösterilmediği” Atina’daki AthensArt 2010 sergisine katılmıştı.




Sazak’ın Dikenleri / Thistles of Sazak from hakan akcura on Vimeo.

Sazak’ın DikenleriBir performansın belgeseli

Yapımcı: Open Flux
Yönetmen: Hakan Akçura
Müzik: Dror Feiler
Kamera: Hakan Akçura, Dror Feiler, Leyla Ferngren, Gunilla Sköld-Feiler
Kurgu: Hakan Akçura
41.31 dak.
2010
Stokholm, İsveç”Sazak, Türkiye’nin Ege kıyılarında İzmir şehrinin Karaburun ilçesinde yeralan 1922 yılında diğerleriyle birlikte zorla boşaltılan bir Rum dağ köyü.

Zamanında bağlarında lezzetli şaraplar ve pekmezler üretmek için rizaki üzümleri yetiştiren bu köyün ve çevre köylerin Rum sakinleri, aslında en az geride kalanlar kadar bu toprakların sahibi olsalar da, İzmir’i işgal eden Yunan ordusuyla bir sayıldılar, Karaburun koylarından denize dökülüp, öldürülüp, sürüldüler; arkalarından köyleri talan edildi.

O günden bu yana, yani tam 87 yıldır, yeraldığı sarp yamaçta, güçlü rüzgarlara, Midilli ve Sakız adalarına yüzü dönük, hala ayakta kalan taş evleri ve eşsiz siluetiyle ıssız, yalnız ve korumasız bekler Sazak.

2009 yılının Ağustos ayında 50 kadar Yunanistan vatandaşı Patras yakınlarından Türkiye’nin İzmir ilinin Karaburun ilçesine geldiler. Onlar 2. düzenlenen Karaburun Yarımadası Türk-Yunan Dostluk Günleri kapsamında, tam 87 yıl sonra dedelerinin terketmek zorunda kaldığı toprakları ziyaret edecek olan torunlardı.

6 Ağustos akşamı, yöre sakinleriyle ilk buluşma yemeğine katılmak üzere Küçükbahçe köyüne giderken, otobüsleri durdu ve yola indiler. Basan akşam karanlığında, uzaktaki Sazak köyüne ya da onların deyişiyle Sazaki’ye baktılar.

İkinci buluşma yemeği ertesi gün Sarpıncık köyünde yapılacaktı.

Bense, o son yemekle aynı gün yani 7 Ağustos’ta Sazak köyünde bir sanat performansı gerçekleştirerek onlara “merhaba” demek istiyordum. Günler öncesinden kasabanın duvarlarına astığım ve çevre köylere dağıttığım performans duyurum şöyleydi:

Sazak’ın dikenleri

Yedi Ağustos 2009’da, gündoğumundan günbatımına kadar,
Sazak köyünü, onun ağır boşluğunuyürek dağlayan bir örtü gibi kaplayan
devedikenlerinden temizlemeye çalışacağım.
Bu performansım katılıma açıktır.

Hakan Akçura

Sazak’ı boylu boyunca kaplayan dikenlerden temizlemeye kalkmak, bu simgesel temizlik, benim için, köyü 87 yıldır acılı geçmişiyle birlikte terkedildiği yalnızlıktan, sahipsizlikten, korumasızlıktan kurtarmaya çalışmanın, onu her geçen gün daha da gelişeceğine inandığım Türk-Yunan dostluğunun simgelerinden biri haline getirmenin yolunu açmaya kalkışmaktı.

Dikenlerini temizleyeceğim her evden, o evin orada artık olmayan sahiplerinden kendimce izin istedim.

Evet performansım katılıma açıktı. Çağrımı sadece Karaburun ve çevresine yaygınlaştırmamış, aynı zamanda ilk buluşma yemeğinin Türkiyeli ve Yunanlı tüm konuklarına da duyurmuştum. Performansa ekibim dışında sadece iki kişi geldi. Küçükbahçe yazlıkçılarından Bergamalı emekli bir felsefe öğretmeni ile kızı. Sularını ve meyvelerini paylaştılar benimle.

Onlara teşekkür ediyorum.

Hakan Akçura