Gelelim fasulyenin faydalarına…

Biliyorsunuz geçende Demirtaş Stockholm’e geldi ve çoğunlukla yandaşlarının doldurduğu bir salona konuştu. Ben de o konuşmayı kaydettim ve yayınladım, çoğunuz çok memnun oldu ve bazılarınız o’nun şimdiye kadarki en iyi konuşmalarından saydı ve ayrıca teşekkür etti. Sağolsunlar.

O kaydın sonunda hatırlarsanız, benim Demirtaş’ın resmi ve gayrı resmi korumalarının ardından seyirtip de girdiğim sahne arkası bir koridorda, ona yönelttiğim soru ve cevap da yeralmıştı.

(Sorum şuydu: İlhami Işık’ın (Balıkçı) dünkü demecini okudunuz mu? Işık, demecinde barış görüşmelerinin PKK’yle dolaylı ama bir taraftan da Öcalan’la doğrudan hala sürdüğünü, hatta önümüzdeki süreçte diğer Kürdistanî partiler ve Hüda-Par’ın bu sürece dahil edilmesi ihtimalinin olduğunu söylüyor. Bu konuda söyleyebileceğiniz bir şey var mı?

Cevabı: Spekülatif gibime geliyor. Hiçbirini teyid edebilecek durumda değilim. Görüşmelerin sürdüğüne dair somut hiçbir bilgi gelmiş değil bana.)

O kayıtta yeralmayan şeyler de olmuştu o koridorda, ardından, binanın dışında, sokakta. Günlerdir içimde kaldı, aktarayım istedim. Ardından da sözüme devam edeyim:

Demirtaş sorumu cevapladıktan ve ben onun ”birkaç sorum için bana ayırabileceği bir zamanı olmadığını” öğrendikten sonra, teşekkür ettim, başarılar diledim. Ben susar susmaz solumdan bir kadın sesi yükseldi:

”Sayın Demirtaş, ben de bir şey sormak istiyorum. Benim türkçem iyi değildir. Ben kürdüm, kürt doğdum, kürt öleceğim. HDP’li değilim ama buraya geldim, sizi dinledim. Uzun uzun partinizin propagandasını yaptınız ama savaştan bahsetmediniz. Orada bir savaş var. Bir kürt kadınının iki gün önce, çırılçıplak, işkence edilmiş, tecavüz edilmiş cansız bedeninin sokağa bırakıldığı bir savaş. Siz o kadına dair tek bir cümle kurmadınız. Siz savaşa dair tek bir cümle kurmadınız. Neden?!”

Hatırladığımca dedikleri bunlardı ve ben başından sonuna onu kayda aldığıma emindim. Kameramı cevap vereceğini sandığım Demirtaş’a çevirdiğimde, onun korumaları eşliğinde çoktan kapıdan çıkmış olduğunu ancak farkettim. Geriye kalanlar ise kadına doğru bağırıyordu, ayrı ayrı, tek tek: ”Çıkarın şunu buradan!”, ”O bu konularda hep konuşuyor! Şimdi bir şey demesine gerek yoktu!”, ”Seni buraya gelmene bunları diyesin diye izin vermedik! Defol!” ve anlayamadığım birçok kürtçe azar daha…

Sonra dışarı çıktım. Kapı önünde, ayakta düşünürken bir kadın yaklaştı yanıma, kısa boylu, kumral, sert ifadeli, bir yerlerden tanıdık. İsveççe: ”Kayıt yaptın mı?” diye sordu. ”Evet!” dedim, ”her şeyi kaydettim.” ”Umarım yayınlamayacaksın!” diye ekledi. Şaşkın döndüm: ”Anlamadım,” dedim, anlamaya başladım: ”Son, o kadının sorusunu mu kastediyorsun? Elbette yayınlayacağım.” dedim. O yine, bu sefer tane tane yineledi: ”U-marım… yayınlama-yı… düşünmüyorsun!” Dik dik baktı gözlerime. Biraz şaşkındım herhalde, bir yandan hala elimde olan kameramın objektif kapağını kapatıp, bir an önce onu çantama sokmaya çalışırken, içimden kendime: ”Hakan, uzundur tehdit edilmemiştin, reflekslerini yitirdin be yavrum!” dedim. Döndüm uzaklaştım oradan.

Sonra aynı akşam evde, çektiklerimi bilgisayara aktarırken farkettim ki, en son kaydım kendi soruma, aldığım cevaba ilişkin. Oğlumun kamerasıyla gitmiştim çekime ve acemilikle yanlış yerine, düğmesine basmıştım benden sonrasını, o kadını çekerken herhalde. Tehdit eden sevinecek diye düşündüm, akşam paylaştığım videoyu izlerken. Yeterince, gereğince korkmuş olacaktım gözünde.

Biliyor musunuz, aynı tehditçi kadın ya da o koridordaki bir başka azarcı PKK’linin, ondan bir gün önce ya da bir gün sonra, Stockholm’un merkezinde ”işgalci TC’nin Kürdistan’a saldırısı”nı protesto eden sürekli protestoculardan biri olduğuna adım gibi eminim. Üstelik elinde de, ”çırılçıplak, işkence edilmiş, tecavüz edilmiş cansız bedeni Varto’da sokağa bırakılan gerilla Kevser Eltürk’ün (Ekin Wan)” fotografını taşıyarak… Ne? Orada o fotografı taşıyan, neden mi koridorda Demirtaş’a sorulan o soruya, o sorulan sorunun kaydına itiraz eder, o kaydı ”yaptım” diye beni tehdit eder?

Dedim ya, gelelim fasulyenin faydalarına…

Demirtaş bana zaman ayırabilseydi soracağım sorular aşağıda. En başta, eski dostum yeni HDP milletvekili Filiz Kerestecioğlu olmak üzere, o’na yakın, sözü geçen birileri Demirtaş’a iletirse, o da cevaplarsa, o cevapları olduğu gibi yayınlarım:

Giriş:

HDP, uluslararası arenada, bildiğimiz, kendi sömürge halklarının ulusal bağımsızlık ve demokrasi mücadelesini yürüten silahli mücadele örgütlerinin yanı sıra ya da onların siyasal kanadı olarak yarı-yasal ya da yasal faaliyetini sürdüren birçok oluşumdan farklı bir amacın partisi: Ortak vatan partisi olmak amacı, Türkiyelileşmek. Bir an için İrlanda’da Sinn Féin’in, yani adının çevirisi zaten ”Biz, kendimiz” olan bir hareketin ”Britanyalılaşma” temelli bir politikayı benimsediğini tasavvur etseniz, farkın boyutu daha gözle görülür hale gelebilir. ”Aslında, fark değil, saçmalık bu,” diyen de hiç az olmaz.

Kürt ulusal demokrasi hareketinin ezici bir ağırlıkla öncülüğünü üstlendiği, politikasını belirlediği, tümü oldukça küçük boyutta Türkiyeli ”sol” örgütlenmeyle yapılan bir koalisyonla varlık bulan HDP bir başka ”biz”i seçim propagandasının sloganı haline getirdi: ”Biz’ler Meclis’e”. 80 milletvekili ile Parlamento’ya girdi. O milletvekilleri, yine uluslararası arenada benzer herhangi bir ezilen ulus siyasal örgütlenmesinin kalkışmayı aklından geçiremeyeceği biçimde ”Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağı(n)a; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağı(n)a; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağı(n)a; [egemen] büyük Türk milleti önünde namusu ve şerefi üzerine” ant içti.
Açıkçası ben bu andı içmem. Bunu demem için de bir kürt olmam gerekmiyor. Neyse…

HDP’nin bu, her adımı Türkiye gerçekliğine özgü bir yararcılıkla beslendiği aşikar politikasına değilse de, seçimlerde ulaşmaya çalıştığı hedefine, kendi tabanı dışında birçok kürt, ben dahil birçok kürt olmayan vatandaş destek verdi. Kuşkularla, yeni umutlarla, acaba’yla, dizginsiz bir AKP düşmanlığıyla, başka bir yararcılık mantığıyla vs. Şu ya da bu nedenle…

Ben sömürge devletin vatandaşı bir entelektüel olarak, on yıllardır oyumu hep kürt ulusal demokrasi hareketinin temsilcilerine destek vermek için kullanmıştım. İlk kez çok zorlandım. Bu ”Türkiyelileşme” politikası nedeniyle.

Mızrak başından beri aslında çuvala sığmıyordu. PKK gerçekliğinden ve bu gerçekliğin gücünden bağımsız bir HDP’nin varlığını kabul etmeniz, çok iyiniyetli bir saf değilseniz, bu topraklarda mümkün değil. Eminim, bana aslında hak verirsiniz. Bu demek ki, o tümü oldukça küçük boyutta Türkiyeli ”sol” örgütlenmelerin HDP politikasını, PKK’nin iradesinden bağımsız değiştirebilmesi, eğer bu ”sözde değişim” PKK’nin işine gelmiyorsa olanaksız. Özde, HDP, PKK’den bağımsız bir siyasal örgüt olabilme olanağına ve aslında bence isteğine sahip bir örgütlenme değil. Her aklı başında insan, PKK’nin siyasal alanda ”bu kez” nasıl bir yasal politika öngördüğünü anlamak, kavramak için baktı bundan önceki tüm, çoğu sonradan kapatılan yasal siyasal örgütlenmelere. HDP’ye, ”Türkiyelileşme” yeni hedefi ya da iç koalisyonu yüzünden böyle bakmamak birçoğu için mümkünse de, benim için hala değil.

PKK, önderlik kurumunu, ideolojsini ve politikasını karanlık ve özgürlük düşmanı bulduğum bir yapıyken, en temelde haklı istemlerle yola çıksa da, kendi asal istemlerini bile bir kenara bırakan, bölgede harita çizebilme gücüne sahip aktör olabilmeyi öne almış, savaş boyunca binlerce sistem muhalifinin cinayetini işlemiş, çok kirlenmiş bir ”savaşın öte tarafı”yken, ben ve ben gibiler neden HDP’ye oy verir? Bu, öncelikle benim cevaplamam gereken bir soru.

Şundan: Kürt ulusal demokrasi hareketinin kazanımları, on yıllardır yerel yönetimlerde politika üreten siviller, Parlamento’da çok yoğun saldırı altında varlığını süren milletvekilleri, genel olarak yasal siyasal örgütlenmenin yaygın gücü olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti’nin barış ve demokrasi adına -sonuç verici olmasa da- attığı adımları atabilmesi olanaksızdı. Bu kazanımları PKK’nin savaşı değil, sivil politikanın dönüştürücü gücü sağladı. Zaten PKK de bu süreçte devletin gözünde ister istemez masaya oturulabilir bir savaş örgütü haline geldi. Ben ve sayılarının hiç de azımsanası olmadığını düşündüğüm diğerleri, on yıllardır sivil siyaset -de- yürüten kürt ulusal demokratlarının kendi özgürlük mücadelesinin niteliğini, önderliğini, yapısını da değiştirebilecek bir güce ulaşıp ulaşmadığını umut, merak ettik. Bu umudum ve merakım HDP ile de kısmen sürdü ve destekledim. Kısmen diyorum, çünkü Batı’dan da daha önce hiç istenmeyen oyları isteyen, gücüne güç katmayı hedefleyen, Gezi sonrası şekillendiğine emin olduğum ”Türkiyelileşme” politikasını, siyasal olarak kürdi bağımsızlık mücadelesinin sona erişi ve çiğ bir yararcılık olarak görüyorum. Tam da ülkesel düzeyde bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesinin güçlü önderliğinin olmaması gerçekliğinden kendine alan bulan… Öte yandan gözlemliyorum ki, birçok Türkiyeli ”sol” entelektüel ve aktivistin aynı boşluktan dolayı beslenemeyen duygularına, coşkusuna, renkli kalabalıkları, etkin mücadelesiyle merhem olan kürt ulusal demokrasi mücadelesi, o başından teşne, eleştirmez, tapar, esrimiş insanları, ne yazık ki, bir yandan istediğince kullanıyor, bir yandan da onlara göstermekten kaçındığı bir küçümsemeyi taşıyor.

Eğer HDP, bu seçimlerde, kürt ulusal demokrasi mücadelesinin bağımsızlık eksenini yitirmeyen, ondan vazgeçmeyen yüzbinlerinden de destek aldıysa, ki aldığını biliyorum, ben en çok onlara benzerim. ”Bizlerin” desteği sizler için en kaygan destektir diye kabul edebilirsiniz, aslında bilirsiniz. Umurunuzdaysa bu destek, çevirin yüzünüzü bize ve cevaplayın isterim.

Sorularım:

1. PKK’nin önderlik kurumu, ideolojisi, süren savaşın geçmişinde işlediği insanlık suçları, uluslararası arenadaki kirli ittifakları konusunda, geçiştirmeyen, kapsamlı eleştirileriniz ve altını çizeceğiniz, ’bağımsızlığınızı tescilleyecek’ siyasal farklılıklarınız nelerdir? Verili politikanız gereği, sonucu, sizin ”sürmesini istemediğiniz” bir savaşı sürdüren iki taraftan biri olarak PKK’ye, kendi önderliğinin, Abdullah Öcalan’ın son siyasal söylemini, ”silahlı mücadelenin sona erdiği gerçeğini” hatırlatmaktan, tek taraflı ateşkese, tüm birliklerini ülke dışına çekmeye çağırmaktan sizi alıkoyan ne? Aslında ”baştan beri bağımsız olmamanız” ise nedeni, bunun itirafını yapıp özgürleşmeyi düşünmüyor musunuz?

2. 80 milletvekili ile, savaşın karşısında şehir şehir, yükselen bir yaygın barış mücadelesini örmekten sizi alıkoyan ne? Belki de isminizi ve bayraklarınızı gömüp, milyonlarca barış yanlısı insanla birlikte, devlete de, PKK’ye de ”Yeter / Edi Bese! Barış / Aşîtî!” diye bağırıp yürümekten sizi alıkoyan ne? Devletin gücünün test edilemeyeceğini düşünen savaş yanlılarıyla ”PKK devleti isterse tükürüğüyle boğar” diyen HDP’li Abdullah Zeydan arasında bir fark görmeyen beni, duymadığım farklı cümlelerle, eylemlerle ikna etmek umurunuzda mı?

3. Düne kadar, AKP hükümetine ve PKK’ye çağrı yapmaktan başka bu savaşı durduracak hiçbir şey yapmayan HDP, “Size savaş yaptırmayacağız,” dediği AKP savaş hükümetinde iki bakanlık karşılığında yeralırken, kendini, hükümete çağrı yapamaz hale getirdiğini farketmiyor mu? Teknik olarak savaşın, üstelik de devlet tarafında olduğunuzu düşünmüyor musunuz? Size verilen bunca desteğin, oyun karşılığında teknik olarak, siyasal olarak, artık akan kanın sorumlusu da olan bir zeminde, savaş hükümetinde yeralmak sizler için neden bu kadar önemliydi? Politikanızı ulaşmakta epey zorlanacağınızı sandığım yeni bir seçim başarısına, dolayısıyla seçimlere bir an önce  varmaya yönelik kuruyor olmanız, sizi olağanüstü atıl ve hesapçı ve giderek akan kana ortak olan bir siyasal hareket haline getirmiyor mu?

4. Yükselen savaşla birlikte PKK ve yanlısı tüm örgütlerin Barzani’ye yönelik etkin bir karalama kampanyası başlattığının da farkındasınızdır. Bu kampanyaya dair PKK’nin dediğinden farklı dedikleriniz var mı? Olabilir mi?

5. Ortadoğu ve Suriye’de yeni haritaların çizildiği, PKK’nin de birçok uluslararası ya da bölgesel gücün zaten sahip olduğu güçlere artık sahip olmaya başladığı ”aktif, güçlü aktörlük” konumunun, TC’ye karşı savaşı yeniden yükseltmesinin de nedeni olması, sizce mümkün mü? Süreci böyle okumanın mümkün olduğunu düşünseniz, PKK’ye karşı tavır almanızı sağlar mıydı? Bunu sağlayabilecek örgüt içi işleyişinizin varolduğunu iddia edebilir misiniz?

6. Geçende sorduğum soruya ve cevabınıza geri dönersek, eğer devlet ile Öcalan arasında doğrudan, PKK arasında dolaylı bir görüşme masasının kurulu olduğunu “bilseniz” bu bilgiyi bizle gerçekten paylaşır mıydınız?

7. O gün bana yönelen o örtülü tehditin içeriğine dair sizin diyebilecekleriniz ne?

Reklam

"İsveç’te olmak, göçmen olmak, sanatçı olmak"

Adalar Müzesi’nde 2013 Aralık ayına kadar sürecek “Göç Bağlantıları Sergisi” kapsamında, 30 Haziran 2013 tarihinde Adaevi’nde yaptığım sanatçı sunumunun tam kaydını sizlerle paylaşacağımı iletmiştim. Nihayet bunu yapabiliyorum.


Altta iki ayrı kameranın kaydıyla tüm sunumum yeralıyor. 

İlki benim kameramdan ve yerleştirirken düşüncesizlik edip ne yazık ki projektör fanının sesini de sesime katmışım. Yine de videonun sesini biraz açarsanız, duyma sorunu yaşamazsınız.


İkincisi Harikalar Kutusu’ndan Banu Barmak’ın kaydı. Onda da ses çok geride kalmış ama benimkinde görünmeyen projeksiyon perdesini bu kayıtta izleyebiliyorsunuz. Sonuçta seçim sizin…


İsveç’e göçtükten sonra, yani sekiz yılı aşkın bir süredir İstanbul’da yaptığım ilk toplu etkinlikti bu. Göçmen kültür emekçisi kimliğiyle yüzümü kimileyin anavatanıma, kimileyin yeni şehrime ve ülkeme, kimileyin de dünyanın değişik coğrafyalarına ya da geçmiş zamana dönerek yaptığım, ettiğim, yaşantıladığım hemen her şeyi, genel hatlarıyla taşıdığımı düşündüğüm bir sunum… 


Sunumumun akışını da zaten bu blogumun zamandizimi belirledi. Değindiğim her işimin kesintisiz kayıtlarını, arkaplan öykülerini ve yankılarını bu blogun arşivinde bulabilirsiniz. Sağ yukardaki “blog içinde ara” yazan yere aradığınız işimin ismini yazmanız yeterli.

(Fotograflar: Bülent Özden / Harikalar Kutusu )

Konuklarıma, beni bir hafta Büyükada’da ağırlayan, sunumun duyurusu, belgelenmesi, konuklarımın hoşnutluğu için uğraşan tüm Adalar Müzesi ile Adaevi yönetici ve çalışanlarına, Harikalar Kutusu’na çok teşekkür ederim. 

Sunumuma dair yazacağınız her türlü yorumunuz beni sevindirir.

Kayıt 1


Kayıt 2

"Bitti dememek için!…" Nefrete karşı! Hep birlikte…

Bugün tam adıyla “Türkiye linç yapılmış ya da linçe kalkışılmış mülki idare bölümleri haritası”nı dördüncü kez yeniliyor ve “Bitti dememek için!” başlığıyla yayınlıyorum.

Bu çalışmamı ilk kez 17 Ocak 2010 tarihinde yayınlanmak üzere Birgün Gazetesi için ürettim. Yayınlanan ilk başlığı “Az kaldı!” idi.

Ece Temelkuran ve Sezgin Öney köşe yazılarında bu çalışmamdan sözettiler.

Aynı haritayı takip eden 8 ay içinde gerçekleşen 29 yeni linç teşebbüsünü ekleyerek bu kez “Daha da az kaldı!” başlığıyla yeniden ürettim ve 26 Eylül 2010 tarihinde yayınladım. 


“Bitmek üzere! başlığıyla yayınladığım üçüncü yenilemeye eklenen yeni linç teşebbüsleri, linç tehditleri ve yöneldiği mekanlarda insan olmadığı için hedefine ulaşamayan linç amaçlı saldırıların sayısı 50’ydi.

“Bitmek üzere!”yi yaygınlaştırdıktan sonra Evrensel Kültür dergisinin Ekim sayısında benimle konu hakkında Eylül ayında yaptıkları söyleşi yayınlandı

Aynı Eylül ayında Radikal gazetesi Pazar Eki’nde kapağa taşımayı düşündüğü bir röportaj yaptı, ardından İMÇ televizyonu canlı yayın bağlantısıyla konuyu ekranına taşımak istedi. Bu son iki süreç sonuçlanmadı. İkisinde de bana aktarılan son özür cümlesi, özetle, editörlerin akan gündemin diğer konularını öne almayı yeğlemesiydi.

Bugünler “Nefret Suçları” kavramının yaygın tartışıldığı günler.

Geçtiğimiz günlerde, 15 ve 16 Şubat tarihlerinde Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De Girişimi’ni de bünyesinde barındıran Sosyal Değişim Derneği’nin düzenlediği ‘Uluslararası Nefret Suçları Konferansı’, İstanbul, Taxim Hill Hotel’de yapılmıştı. 

Bugün aynı zamanda, 22-27 Şubat tarihleri arasında sürecek “5. Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası”nın başlangıç günü.

Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu’nun hazırladığı Nefret Suçları Yasa Taslağı önerisi yayında, “Nefret Suçları Yasası istiyorum!” imza kampanyası sürüyor.


12 Ocak 2011’de verilen Siiirt Milletvekili Osman Özçelik ve 19 Milletvekilinin, başta cinsiyet temlli ayrımcılık ve nefret suçları olmak üzere ayrımcılık ve nefret suçları olmak üzere ayrımcılık ve nefret suçlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi” Meclis Genel Kurulu’nca reddedildi.

27 Ekim 2011’de verilen İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 Milletvekilinin, medyanın ayrımcı yaklaşımının ve medyadaki nefret söyleminin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi Meclis Genel Kurulu’nca reddedildi.

26 Mart 2012’de verilen Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ve 22 Milletvekilinin, ayrımcılık ve nefret suçlarındaki artışın nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi Meclis Genel Kurulu’nca reddedildi.

23 Ekim 2012’de verilen İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 Milletvekilinin, nefret suçlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi Meclis Genel Kurulu’nca reddedildi.

TBMM’ye 3 Aralık 2012’de CHP’nin verdiği “Nefret Suçları Yasa Teklifi” komisyonda görüşülmeyi bekliyor. BDP’nin 2 Ocak 2013’te grup önerisi olarak TBMM Genel Kurul gündemine getirdiği, “Nefret suçlarındaki artışın belirlenmesine ilişkin araştırma önergesi” reddedildi.  Dün BDP’nin TBMM’ye sunduğu “Nefret Suçları Araştırma Komisyonu kurulması önergesi”  reddedildi.

Ama tüm bu gelişmelerden daha önemlisi, bu dördüncü yenilemeyi yayınlamamın asıl nedeni, elbette ki, geçen hafta -umarım- her birimizin yüreğini ağzına getiren, Sivas Katliamı’nı hatırlatan görüntüleriyle kabuslar yaşattıran, HDK milletvekillerine yönelik Sinop ve Samsun linç kalkışmaları…

Bugün yayınladığım bu dördüncü yenilemeye “Bitti dememek için!”e, öncelikle Ağustos 2012’den bu yana gerçekleşen 32 yeni linç ve linç teşebbüsünü ekledim:

Sakarya 27 Ağustos 2012
İstanbul – Çatalca 28 Ağustos 2012
Bursa 6 Eylül 2012 ve 24-29 Eylül 2012 
Çanakkale 2 Eylül 2012
İstanbul -Maltepe 3 Eylül 2012
Bitlis – Adilcevaz 6 Eylül 2012
Istanbul 6 Eylül 2012
Trabzon 17 Eylül 2012
Mersin  20 Eylül 2012
Gaziantep – Şahinbey 9 Ekim 2012
Mardin – Mazıdağı 23 Ekim 2012
İstanbul – Okmeydanı 30 Ekim 2012
Van 30 Ekim 2012
Tekirdağ – Şarköy 4 Kasım 2012
Muğla – Bodrum 13 Kasım 2012
İstanbul – Bakırköy 15 Kasım 2012
Şanlıurfa 22 Kasım 2012
İstanbul 23 Kasım 2012
Uşak 23 Kasım 2012
Rize 23 Kasım 2012
Erzurum – Yakutiye 6 Aralık 2012
İstanbul 28 Aralık 2012
Afyonkarahisar – Sultandağlı 29 Aralık 2012
İstanbul – Tuzla 4 Ocak 2013
Diyarbakır 9 Ocak 2013
Adıyaman 30 Ocak 2013
Bingöl – Genç 3 Şubat 2013
Uşak – Sivaslı 4 Şubat 2013
Antalya 18 Şubat 2013
Sinop 18 Şubat 2013
Samsun 19 Şubat 2013
Trabzon 20 Şubat 2013

Ayrıca öncesinden farklı olarak bu son altı aylık süreçte yükümü, derdimi paylaşanlar oldu: Kimileri beni, kentlerinde olan, haritalarıma geçmeyen, bildikleri eski linç teşebbüslerinden haberdar ederken, kimi izleyenlerim de yaptıkları kişisel aramalarla ulaştıkları ve yine benim bu üç haritamda yeralmayan linç teşebbüslerinden haberdar ettiler. 2006 ile 2012 arasında gerçekleşen bu 17 linç teşebbüsünü de haritaya ekliyorum:

Kırıkkale – Vize 20 Temmuz 2006
Batman 25 Haziran 2007
Gümüşhane – Torul 27 Haziran 2007
Siirt 23 Haziran 2008
Kastamonu 25 Haziran 2008
Mersin 23 Nisan 2009
Siirt 12 Haziran 2009
Ankara 25 Ekim 2009 
Giresun – Doğankent 17 Nisan 2010
Gümüşhane -Kürtün 19 Nisan 2010 
Hakkari – Yüksekova 2 Mart 2011
Malatya – Doğanşehir 6 Nisan 2011
Batman 15 Ağustos 2011
Konya 19 Aralık 2011
İstanbul – Zeytinburnu 18 Mart 2012
İstanbul – Kağıthane 19 Haziran 2012
İstanbul – Esenler 11 Temmuz 2012

Çalışmamda ezici bir çoğunlukla ırkçı, milliyetçi, etnik ve homofobik nefret kökenli kalkışmalar, eylemler yeralsa da, özü gereği bir başka zamanda ve nedenle oluşsa bu niteliğe de sahip olacağına emin olduğum, olası suçlulara, sıradan insanlara yönelik linç kalkışmaları ve ne iyi ki boş olan kürt siyasal örgütlenmelerinin binalarına yönelik linç amaçlı saldırılar da yeralıyor.

Çalışmalarım uzun süreli, özenli taramalara dayansa da, varsa atladığım linç kalkışma ve eylemlerini bana iletirseniz -ne yazık ki- onları da ekleyeceğim.  

Ne yazık ki hala, bir gün “Bitti!” diyecek olmaktan korkarım.

Yeni imzalarla: Halil Savda ve barış yürüyüşçülerinin yanındayız!

Kaleme aldığım ve sanat/kültür çevrelerinde yaygınlaştırdığım kampanya metnini yeni gelen imzalarla son kez yeniliyorum. Bianet’te ve “Bariş için Vicdani Red” grubunda yeralan, imza kampanyasının “süren” bir kampanya olduğuna dair yanlış duyurular yüzünden -ya da sayesinde- imza verenlerin sayısı 168’e ulaştı. 

Bu kampanyayı, en kısa ve yaygın duyuru yapabileceğim kendi meslek alanımda yaygınlaştırdım ama bu yeni kattığım imzaların kaçının sanat/kültür çalışanı olduğunu artık bilemiyorum. Aslında bunun öneminin de kalmadığı bir aşamaya geçildiğini de düşünüyorum. Benim dışımda birilerinin daha geniş, yaygın bir destek kampanyasını başlatmasının belki de zamanıdır.

————-

Halil Savda ve barış yürüyüşçülerinin yanındayız!

Biz bu topraklarda on yıllardır süren kanlı savaşın tanığı ve mağduru olan sanat ve kültür insanları, Halil Savda ve diğer 
barış yürüyüşçüleriyle sınırsız dayanışmamızı duyurmak isteriz. 

Osmaniye’de kalkışıldığı gibi, bu haklı, anlamlı, özel barış yürüyüşüne engel olmak isteyecek her kurum ve kişi, barışa 
gönül veren herkes gibi bizi de karşısında bulacaktır.

Halil Savda’nın dediği gibi:

Kürt sorunu savaşla, daha çok güvenlik önlemiyle değil, daha çok özgürlük, daha çok barışla çözülebilir!
Savaş kaderimiz değildir, olamaz! Bu savaşı durdurabiliriz, durdurmalıyız!
Bu toprakların en çok ihtiyaç duyduğu şey barış! Tarafları çatışmayı durdurmaya çağırıyoruz!

O küçük bir adım attı; bu adımı hep birlikte çoğaltacağız!

Necati Abay, Altan Açıkdilli, Esra Açıkgöz, Gülsün Ağaoğlu, Ali Akay, Gökhan Akçura, Hakan Akçura, Nazire Akçura, Ayşe Kudra Akdeniz, Cihan Aktaş, Birhan Alakır, Tuğba Alakır, Hatice Altınışık, Gökçe Altunay, Fırat Arapoğlu, Faruk Arhan, Rana Arıbaş, Uygar Asan, Hatice Aslan, Mehmet Atak, Şule Ateş, Claudine Avetyan, Hasan Salih Ay, Sunar Kural Aytuna, Begüm Baki, Pelin Başaran, Pelin Batu, Kerem Ozan Bayraktar, Cihan Uzunçarşılı Baysal, Burak Baysun, Elif Bereketli, Ayşe Lebriz Berkem, Saniye Boran, Beyza Boynudelik, Ludmilla Büyüm, Canan, Derya Cebecioğlu, Banu Cennetoğlu, Semra Çelebi, Aydan Çelik, Özge Çelikaslan, Yalçın Çıdamlı, Kadir Çıtak, Bahar Çuhadar, Yetvart Danzikyan, İsmet Değirmenci, Nimet Demir, Hande Demircioğlu, Seda Demirdelen, Sinan Demirtaş, Suzan Doğan, Janet Durna, Betül Dünder, Erol Egemen, Gülsüm Ekinci, Cemal Ener, Aslı Erdoğan, Emine Uçak Erdoğan, Saltuk Erginer, Haydar Ergülen, Murat Ertel, Yücel Erten, Aynur Eryılmaz, Ömer Faruk, Sevtap Şahin Genç, Murat Germen, Yasemin Göksu, Mehmet Güç, Halime Güner, Arzu Filiz Güngör, Mahir Günşiray, Ayşegül Gürdal, Hakan Gürel, Defne Gürsoy, Birgül Hakan, Mustafa Horasan, Deniz Ilgaz, Zeynep Işıklar, Esin İdil, İnsel İnal, Fatoş İrwen, Şirin İskit, Barış Karacasu, Murat Kapkıner, Mustafa Kaplan, Deniz Karabacak, Esra Karataş, Erdal Karayazgan, Şule Kangüleç, Burak Karacan, Deniz Karakaş, Gülfem Kessler, Aysel Demir Kılavuz, Esra Koç, Vasıf Kortun, Erden Kosova, Mahmut Wenda Koyuncu, Rauf Kösemen, Yaşar Kurt, Bilal Lekesiz, Levent Pişkin, Murat Meriç, İnanç Mısırlıoğlu, Murat Morova, Serpil Odabaşı, Sevin Okyay, Demiray Oral, Ceren Oykut, Pınar Öğrenci, Kerem Öktem, Nuray Önoğlu, Işın Önol, Ayça Örer, Nilay Örnek, Zuhal Özden, Emine Özkaya, Nurten Özkoray, Aslı Öktener, Damla Özlüer, Özkan Öztürk, Mustafa Pancar, Ahmet A. Sabancı, Yavuz Saç, Aysel Sağır, Ersin Salman, Uğraş Salman, Günal Salt, Levent Soy, Niyazi Selçuk, Doğan Şahin, Ümit Şahin, Tansu Şen, Necla Şengül, Ali Şimşek, Macide Şimşek, Ersoy Tan, Melek Taylan, Zeynep Tanbay, Hülya Tarman, Tuluhan Tekelioğlu, Hasan Özgür Top, Reyhan Toplu, Taylan Tosun, Zeynep Tozduman, Ayla İşler Tsekka, Yücel Tunca, Ahmet Uluğ, Serpil Ünal, Ertan Vecdi, Hakan Vreskala, Özcan Yaman, Nimet Yardımcı, Ömer Emre Yavuz, Şendoğan Yazıcı, Seçil Yersel, Sibel Yerdeniz, Hülya Yetişen, Abdullah Yılmaz, Duygu Yılmaz, Levent Yılmaz, Nazım Ünal Yılmaz, Serra Yılmaz, Nalan Yırtmaç, Şanar Yurdatapan, Doruk Yurdesin, Leyla Yücel, Emre Zeytinoğlu

Halil’e mektuplar – 3


“Ben barış yürüyüşçülerinin hiçbirini şahsen tanımadım. Aralarından bildiğim ve uzundur takip ettiğim sadece başı derde girdikçe, yazdıkça, hakkında yazıldıkça, Halil Savda’ydı. Başlattığı yürüyüşün ilk gününden beri o ve katıldıkça diğerleri, önlerine çıkan her fırsatta konuştular, demeç verdiler, anlattılar. Çok sık değildi bu olanak. Yürüyorlardı çünkü. Ama o birkaç video ve radyo programının ardından, neredeyse her biri hakkında artık seslerini, şivelerini, seçtikleri cümleleri dinleyen bir insan olarak kişisel, detaylı düşüncelerim var. Tüm bu düşüncelerimi, tek bir kelime ile özetleyebilirim size: Çok gerçekler! 

Halil’in yola çıkış metninin içeriği de gerçekti, olması gerektiği gibiydi, Halil’di. Bugünlerde Türkiye’de bayilerde olması gereken Evrensel Kültür’ün “Türkiye linç haritası” çalışmam hakkında sordukları soruları cevaplarken, sözü bu yürüyüşe getirmiştim, bilerek ve isteyerek. Şöyle tanımlamıştım yürüyüşü: “Ayaklarına kına yakan kürt analar, yerel inisyatifler dışında 15 gündür, 350 kilometredir güya bu ülkede barışı arzulayan, kitleleri yönlendirme, bu yürüyüşten haberdar etme gücüne sahip herkes bu yürüyüşe karartma uyguluyor. Buna rağmen bu yürüyüşün katılımcıları ve destekçileri tek tük de olsa artmaya başladı. Yaklaşık kırk gün daha yürünecek. Tam da, doğru ile yanlışın, barış ile savaşın, samimiyet ile riyanın, köle ruhu ile bağımsız ruhun, dün ile özlenen yarının arasından… Ben bir barış eylemcisi sanatçıyım. Benim için her gün artan sayıda yeni asker ve gerilla genç bedenlerin düştüğü bugünlerde bu kanlı topraklarda bundan daha önemli bir şey yok.” Şimdi ekliyorum: Bu eylem -uygulayıcıları farkında olsa da, olmasa da- çok güçlü bir dönüştürücü güce sahip! Onu bu adalete aç topraklarda elbette ki çok yapılagelen diğer yürüyüşlere ya da her gün Taksim’den Tünel’e, Tünel’den Taksim’e bağırarak yolalmaya benzetmeye kalkmak sadece haksızlık değil, gaflet de…

Dört gün boyunca imza topladım kendi meslek alanımdaki insanlardan ve kimse bana bu, yani “bu adı belli 109 sanat ve kültür insanının” altına birlikte imza attığı bir başka metin daha gösteremez. Bianet, imza kampanyamızı yanlış olarak “başladı” diye haberleyince, yeni onlarcası daha bugün ismini yollamış bana… Ne yapmalıyım da onları da görünür kılmalıyım diye düşünüyorum. Belki de birinci gün, ikinci gün diye uzadıkça yayınlanmalı bu liste. Karar veremedim. 

Halil, son günlerde,”bu topraklarda hangi partiye oy verirse versin, hangi siyasal düşüncede olursa olsun barışı dileyen, çağıran, isteyen, özleyen herkes bizi destekleyecektir,” derken doğru bir şeyi vurguluyor. Üstelik, yola çıkılan ilk günden bu yana, “Kürt sorunu savaşla, daha çok güvenlik önlemiyle değil, daha çok özgürlük, daha çok barışla çözülebilir!” demeyi sürdürüyor olmasına rağmen, belki de artık “o yüzden”. Bu alışılmadık…

Osmaniye engellemesinin hem boşa çıkarıldığı, hem de yürüyüşün nihayet kalabalıklarca da kısmen de olsa görülmesine hizmet ettiği, desteğin arttığı ama yine de medyada karartmanın sürdüğü bugünlerde, şu son 2-3 haftada, hele ki Suriye’yle savaşın da kıyısına gelmişsek, artık rahatlıkla şunu söyleyebiliyorum: 1978’den beri şu ya da bu biçimde içinde olduğum, yakından izlediğim Türkiye barış mücadelesinin en gerçek, en doğru zamanda gerçekleştirilen ve bu coğrafyada en zor olanı da başararak, savaştan beslenen hiçbir tarafa göbeğini şu ya da bu kadar bağlamayan bu yalın ve soylu yürüyüşe sınırsız destek vermek, yüreğimizin, acımızın, akan kanımızın, giden yıllarımızın borcu… Onlar gerçekten Savda’mız olmalı! Tek kaygımız, ortak çabamız da, biz onlarla ve daha kalabalık kenetlendikçe, bu sürecin niteliğini dönüştürmeye çalışacaklara “karşı” olmalı derim.

Dostlukla…”

Bu “Ölüm yolunda barış yürüyüşçüsü (Halil Savda)” facebook grubunda başlayan tartışmaya yazdığım not, ister istemez Halil’e üçüncü mektubum oldu. 

Kardeşin.

Hakan Akçura
3 Ekim 2012
İsveç saatiyle 00:56

Halil Savda’nın barış yürüyüşüne destek poster tasarımlarım

Halil Savda’nın barış yürüyüşüne eşlik eden blogfacebook sayfası ve facebook grubu sizi bekler.