Thebai (Thebes) kentinin yedi kapısına doğru birlikte yürümek…

Bu oldukça geç yayınlanmış bir yazı.
2018 yılının Ekim ayında Yunanistan’ın Thebai / Thebes antik kenti ya da diğer, yeni ismiyle Thiva’da katıldığım Sphinx 2018 Festivali’ne dair…

Yunanistan’ın şimdiki adıyla Thiva, antik ismiyle Thebai kentinde, bir hafta boyunca, bu fotografta yeralan ve ne yazık ki o gün şehrin bir başka yerinde bir başka etkinliği hazırlamakta olduğu için yeralamayan, benzersiz insanlarla çalıştım.

Thebai “Sphinx Saklı Festivali”nin kurucusu, sanatsal lideri, sevgili Konstantinos, fotografın sağında yeralıyor. 2010’da Samotraki (Semadirek) adasındaki bir başka etkinlikten dönerken Aleksandrapolis’te (Dedeağaç) tanışmış, üç yıl önceki ilk festivalde yine birlikte çalışmıştık Thebai’de. O, kentin geçmişi, felsefenin derin vadileri, yunan mitolojisinin öyküleri ve günümüz dünyasının cebelleşmemiz gereken büyük sorunları arasında akıp duran düşünceleri, okumaları, tezleriyle ama en çok, bir yandan şimdiden yüzlerce gencin, çocuğun öğretmeni olurken, bir yandan varettiği bu festivalde, eski, yeni öğrencileri ve diğer gönül verenlerle gerçekleştirdikleriyle, doyumsuz sohbetlerimizle, en saygı duyduğum dostlarımdan…
Bu yılki festivalin ana temasının, her ne kadar yine geçmişle kurulan metaforik bağlantılarla dile getirilmiş olsa da, hepimizin başına örülen büyük tuzakla ve o tuzağı bozguna uğratabilecek önerilerimizle ilgili olacağını aktardığında, ona şunu dediydim:
“Ben bu yerkürenin hemen her yerinde, her katmanda, her kendi halinde, iyi insanın başına örülen o karmaşık büyük tuzak, tuzakların tek türde çözücüsü, bozucusu olduğuna inanıyorum: Yerkürenin her yerinde, bu boka batan dünyaya karşı yeni tür ilişkilerle yeni türden ve genellikle rizomatik üretimlerde bulunan insan grupları.”
(Botanik ve ağaçbilimde: Köksap veya rizom, genellikle toprak altında bulunan ve yukarı doğru filizler, aşağıya doğru kökler veren kalın, yatay gövde birliktelikler. Felsefede, özetle: Deleuze ve Guattari’ye göre, veri temsili ve yorumlamada çoklu, hiyerarşik olmayan giriş ve çıkış noktalarına izin veren teori ve araştırmalar toplamı.)
Devam etmiştim:
“Ve ben bu türden insanlarla üç yıl önce, tam da bu festivalde tanışmıştım. Festivalin gönüllüleri… Ya da onların isimlendirmesiyle Sphinx üyeleri. Ben tam da o insanlar hakkında, onlara odaklanan bir iş yapmak isterim.”
İki ay düşündüm, bir şeyleri yapmaya İsveç’ten başlayabilir miyim diye, kamera açarak, konuşmaya yazışmaya başlayarak…
Vazgeçtim ve kendimi zora soktum.
Metaforik bir ortak küçük yolculuklar toplamı inşa etmeye karar verdim. Topu topu beş gün içinde, festivalin yedi gönüllüsü/üyesi ile, antik Thebai kentinin yedi kapısına doğru birlikte yürümek, kapıların belli ya da belirsiz yerlerini eski yeni tüm veriler, haritalar, bulgular eşliğinde ararken, sık sık oturup konuşarak, düşünerek, yeniden sorup, yeniden cevaplayarak, onları tanımak istedim.
Kente varınca öğrendim ki, gönüllülerin önemli bir bölümü, üç yıl öncekiler değildi. Bulabilecek miydim aynı niteliği yenilerinde?! Başlamak, tek çözümdü.
Bazı günler iki ayrı gönüllü, bazı günler tek gönüllüyle, toplam yedi Sphinx emek vereni, üyesi ile Thebai’nin yedi kapısına yürüdük. Bana hem kalplerini, hem beyinlerini açtılar, güvendiler, sağolsunlar. Konuştuk, sorduk, cevapladık karşılıklı. Düşündüm ardından, aldığım dersleri, öğrendiklerimi, onlarla aramızda uçuşan ve son sanatişimde yeralmasını istediğim kavramları yazakoydum. Sadece bende kalacak bilgileri sakındım.
Yazdığım her sözcük ancak onların kendi diliyle, onlara ve kentin geneli olup bitene kayıtsız ya da tepkili insanlarına ve geri kalan ilgili insanlara ulaşırsa istediğim sonuca ulaşabileceğim için, onları, 45 yıllık arkadaşım, ortaokulu birlikte okuduğum, gençlik yıllarımda sosyalizm için birlikte sokaklarda mücadele ettiğim, eski yoldaşım, her daim dostum aslen Rodoslu türk-yunan Metin‘e yolladım.
O, benim insafsız uzun cümlelerimi büyük bir sabır ve herkesin dediğine göre, olağanüstü bir ustalıkla yunancaya çevirdi. Şükranımla!..
Her gün çektiğim fotograflar, kullandığımız veriler ve haritalar, düzenlediğim çevrilmiş cümleler ve sözcükler basıldı. Son gün, cuma günü, sözverdiğimiz saatte toplam kolajı oluşturmak için sadece iki saat kaldığında, Konstantinos ve ben, onun atelyesinde, yalnız ve ter içinde koşturmaya başladık. Biraz geciktik ama yetiştirdik.
İşin içinde de yeralan cümlemle “Hayatımda yedi yeni kapı daha açıldı diyebilirim, rahatlıkla.”
Yedisine de, bu yürüyüşlere katılamasa da her gün yeniden tanıyıp, öğrendiğim tüm diğer gönüllülere de birilikte varettiğimiz bu iş için teşekkür ediyorum.
Sanatişinin içerdiği cümle ve sözcükler:
“Geçtiğimiz hafta boyunca, Sphinx Festivali’nin yedi gönüllüsüyle, Thebes antik kentinin yedi kapısına yürüdük. Konuştuk. Birbirimize sorular sorduk, cevapladık. Size burada sunduğum, bende kalan izlenimler. Hayatımda yedi yeni kapı daha açıldı diyebilirim, rahatlıkla. Hepsine teşekkür ederek…
Hakan Akçura
Tasos bana 17 yaşın gençliğinde, öğrenir, öğrenmeye acıkır, yeniden öğrenirken, bir yandan yarına ne kadar sakin bakılabileceğini öğretti.
“Ben iyimserim. Her şey daha iyiye gidecek. Mücadele edeceğiz ve o günleri kuracağız.”
Angelos bana, insanlığın amansız bir uykuda olduğunu düşünür, geleceğe kaygıyla bakarken, bir yandan ne kadar derin, sevgi dolu ve alçakgönüllü olunabileceğini öğretti.
“Herkes derin bir uykuda! Hepimiz, her şey daha da kötüye sararken, uyuyoruz.”
Filio bana, uzun yılların ardından, o yıllar yaşanmamışçasına, kendini yeniden bulmayı isteyip, ne kadar genç bir heyecanla, “buldum, varım” neşesine ulaşılabileceğini öğretti.
“Benim için dün yok. Silerim ve yeniden başlarım. Sadece gelecek var.”


Eleni bana, kendinde gücü arar, düşlerini gerçekleştirmek ister, ama bunu başarabileceğine pek de inanamazken, yine de ne kadar ısrarlı ve istekli olunabileceğini öğretti.
“Bu kentin insanları, tek tek, kendi deliklerinde yaşıyor. Oradan çıkıp bakıyor, sonra geri deliklerinde uyumaya gidiyorlar.”
Joanna bana, hemen tüm seçimlerinden memnun da olsan, sanatla dolaysız ilişki kurunca, günlerin, gecelerin, yeni ve heyecan verici bir dengeyle nasıl akmaya başlayabileceğini, bunun bu hüzün verici dünyada ne kadar önemli olduğunu bir kez daha öğretti.

“Sphinx Festivali’yle, önümdeki küçük kapıyı açtığımda, bulduğum yepyeni bir dünya oldu.”
Zografia bana, seçmediğin işleri yapıyor olsan da, sanatın dönüştürücü gücüne inanınca, cesaret, umut ve enerjiyle varolmanın olanaklı olduğunu bir kez daha öğretti.
“Bu kentin insanları, değişik olana, yeni olana açık değil. Görmezlikten gelmeyi seçiyorlar, ama bilmeliyiz ki değişim yavaş olur.”
Pepi bana, dostları, düşleri, gücü, merakı, seçimleri ile kendiyle gurur duyan bir kadının, karşılaştığı, dokunduğu her yeni insana ne kadar büyük umut, ne kadar çok sevinç verebileceğini, bir kez daha öğretti.


“İnsanlarım, benim gücümdür.”
“Ülkeni sevmek, her şeyiyle, içindeki herkesle sevmektir. Milliyetçilerin bilmediği bu.”
“Sadece dayanışma ve direniş değiştirir. Bir de sanat!”
Alçakgönüllülük
Sebat
Sakinlik
Israr
Masalların diline inanmak
Dostluk
Dayanışma
Umut
Yalnızlıktan korkmamak
Yeni türden birliktelikler arzulamak
Duruluk
Gerçekçilik
İstemeyi bilmek
Paylaşmayı bilmek
Mücadele ederken sabırlı olabilmek
Hüzün
Mutluluk
Şiir
Sahicilik
Ulusal gurur
Can vermek
Yılmamak
Neşeyi hep korumak
İnanç
Kararlılık
Yaşamın bir değil, birçok alanında gönüllü olmayı bilmek
Az insanla derin dostluklar kurup, onları her zaman bırakılan yerde bulabilmek
Savaşsız ve kimsenin mülteci olmayacağı bir dünyayı düşlemek, bunun bugüne yön veren o amansız güçlerin varlığında nasıl olanaklı olabileceğini bilememek




Two new articles from ArtLeaks and Hyperallergic about Istanbul Modern's censorship and our campaign



A panel discussion at the İstanbul Museum of Modern Art earlier this week turned into a debate on censorship and the state of contemporary art in Turkey after the museum decided not to include an artist’s work in a recent auction. The museum is privately funded by the Eczacıbaşı Group, a prominent Turkish industrial group of companies founded by the Eczacıbaşı family, which provided the initial investment and project management finance as well as the core collection of paintings.
_____________________________________

Rumeysa Kiger reports for the Istanbul news source Today’s Zaman:

Earlier in the month, the museum had removed a work by Bubi Hayon (David Hayon) from its program for an invitation-only auction night titled “Gala Modern,” to which several artists had been invited to donate works of art or objects to in an effort to raise money for the museum’s educational programs. The piece was a wooden chair with a chamber pot for its seat. In response, Hayon issued a press release, arguing that the museum’s decision amounted to censorship. The museum, on the other hand, claimed that it had the right to choose which works of art to include in the event and that Hayon’s contribution had not met the proper criteria.

Artists announced on Monday through social networking sites that they had decided to devote the [aforementioned] panel discussion to such issues as transparency and private and public institutions as well as artists’ rights. The panel was initially organized as part of the museum’s ongoing exhibition “Dream and Reality,” a chronicle of the works of female artists from Turkey since the 1900s. But discussion at the event, attended by more than 80 members of the art scene took on a life of its own after panelist Mürüvvet Türkyılmaz announced that she would be withdrawing her work from the show in response to İstanbul Modern’s actions. The audience then raised questions and voiced concerns about an array of problems related to several forms of censorship dominating the current art world in Turkey, a lack of organization among artists and problems caused due to the fact that all major cultural institutions in the country are backed by various corporate entities and the lack of transparency in their activities.

The Istanbul-based Today’s Zaman published one of the first English-language articles on this conflict. They go on to explain that Türkyılmaz has been joined by seven other artists – Ceren Öyküt, Gözde İlkin, Güneş Terkol, İnci Furni, Ekin Saçlıoğlu, Neriman Polat, Leyla Gediz and the artist collective, AtılKunst, who have all requested that the museum remove their works from the exhibition in protest.
_____________________________________

Hrag Vartanian from Hyperalllergic also reports:

There are claims of censorship in Istanbul as eight artists and an artist collective have made a joint decision to withdraw from the Istanbul Modern museum’s ongoing Reality and Dream exhibition, which chronicles the works of female artists from Turkey since the 1900s. The controversy began when artist Bubi Hayon’s work was rejected during a charity auction for the Turkish museum then during a panel discussion at the museum earlier this week artist Mürüvvet Türkyılmaz announced that she would be withdrawing her work from the show in response to museum’s actions. The debate has since snowballed into a discussion about the role of contemporary art in Turkey and the problems associated with the fact that all major cultural institutions in the country are backed by corporate entities that lack transparency. […]

Hürriyet Daily News reports that on December 27 a number of artists entered Istanbul Modern with a protest banner that read “There is censorship in this museum.” The reporter also spoke to the artist who gave a context for the claims of censorship:

First
Istanbul Modern requested a work, without telling me any concept.
They told me that they wanted to exhibit the work during the gala
night and then make the work a part of the exclusive catalogue,”
Bubi (David Hayon) told the
Hürriyet
Daily News
.

The artist says the museum informed him he free to create what he wanted:

Upon
this request Hayon created a large seat with a bed pan in the middle
of it.

With
this work I have criticized the general museum idea which came from
1900s,” said Hayon, adding that he criticized the “sacred” idea
of visiting a museum. “My aim was not to be political.”

However,
things did not go as Hayon planned. The museum refused to collect the
work and did not exhibit it. “It is not important whether they like
it. There is something more important than that,” Hayon said.

The
approach was more like a censorship process, according to Hayon. “The
work was found contradictious and inconvenient.”

The International Association of Art Critics’s Turkish division and the strangely named Turkish National Committee of the International Plastic Arts Association are supporting Istanbul Modern’s position and they have offered their definition of censorship, which they claim can only be called as such if a third party, such as a government, a local authority, a ministry, a municipality or the police, were involved.

This debate comes at a time when Turkey is proving to be a growing presence in the international art scene with a burgeoning gallery scene, growing museum culture and contemporary art auctions that have attracted the attention of secondary market watchers.
________________________________

The artists currently boycotting the Istanbul Museum of Modern Art have started a petition online in Turkish/English, asking the institution to apologize to artist Bubi Hayon and the art community as a whole:

We
observe that, Turkish branch of International Association of Art
Critics (AICA) and Turkish National Committee of the International
Plastic Arts Association (UNESCO AIAP) along with many artists who
had chosen silence and mannerlessness, simply consider the behaviors
of the market actors who take the “sensitivity” of the political
and administrative powers, conservative bodies who has recently
developed a passion for art collectorship as a threat and their
interference with the artworks, as “the nature of commerce”.
[…]

We
consider the whole course starting with the first moment of
acceptance of the invitation, the creation of such an artwork,
submission and the withdrawal and press release following to the
applied fearless censorship, as Bubi Hayon’s “artistical
existence, activity, production”, applaud “oturak” which,
surely will gain “value” day by day, for underlining an issue
with serious lack of awareness in Turkish art society, and declare
that until an apology is made, we are not any longer interested in
participating to any artistic platform organized by Istanbul Modern,
at where may be some other time, the same “Oturak” (stool) is to
be exhibited, by the same or a different chief curator and with it’s
“submitted context untouched”.

Our
guiding free spirit is awareness of our existence and surely is R.
Mutt’s “Fountain.”

_______________________________________

More details around this case forthcoming. As of now the Istanbul Museum of Modern Art plans to go ahead with the exhibition Reality and Dream, without the works of the artists that have pulled out in protest. We thank the artists involved and their supporters for drawing our attention to this conflict and we will continue to report on the case.



Artists Pull Works from Istanbul Modern Over Censorship Claims


There are claims of censorship in Istanbul as eight artists and an artist collective have made a joint decision to withdraw from the Istanbul Modern museum’s ongoing Reality and Dreamexhibition, which chronicles the works of female artists from Turkey since the 1900s. The controversy began when artist Bubi Hayon’s work was rejected during a charity auction for the Turkish museum then during a panel discussion at the museum earlier this week artist Mürüvvet Türkyılmaz announced that she would be withdrawing her work from the show in response to museum’s actions. The debate has since snowballed into a discussion about the role of contemporary art in Turkey and the problems associated with the fact that all major cultural institutions in the country are backed by corporate entities that lack transparency.
The matter has been percolating on Facebook and other social networks all week but numerous attempts by Hyperallergic to reach the artists for comment have so far proven unsuccessful.

Today, the Istanbul-based news source Today’s Zaman has published one of the first English-language articles on the controversy. They explain that Türkyılmaz has been joined by seven other artists (Ceren Öyküt, Gözde İlkin, Güneş Terkol, İnci Furni, Ekin Saçlıoğlu, Neriman Polat, Leyla Gediz) and one artist collective, AtılKunst, who have all requested that the museum remove their works from the exhibition.

According to Today’s Zaman:

Asked
whether the museum will hand the artists their works of art back,
İstanbul Modern’s chief curator Levent Çalıkoğlu told Today’s
Zaman on Thursday that the museum “respects the decision of the
artists and will act in accordance with their requests.”

A source close to the artists tells Hyperallergic that the artists are working on a press release now and it will be available shortly. The group has started a Turkish/English petition online and they are asking the museum to apologize to Hayon and the city’s art community as a whole.

Hürriyet Daily News reports that on December 27 a number of artists entered Istanbul Modern with a protest banner that read “There is censorship in this museum.” The reporter also spoke to the artist who gave a context for the claims of censorship:

First
Istanbul Modern requested a work, without telling me any concept.
They told me that they wanted to exhibit the work during the gala
night and then make the work a part of the exclusive catalogue,”
Bubi (David Hayon) told the
Hürriyet
Daily News
.

The artist says the museum informed him he free to create what he wanted:

Upon
this request Hayon created a large seat with a bed pan in the middle
of it.

With
this work I have criticized the general museum idea which came from
1900s,” said Hayon, adding that he criticized the “sacred” idea
of visiting a museum. “My aim was not to be political.”

However,
things did not go as Hayon planned. The museum refused to collect the
work and did not exhibit it. “It is not important whether they like
it. There is something more important than that,” Hayon said.

The
approach was more like a censorship process, according to Hayon. “The
work was found contradictious and inconvenient.”

Todays zaman: Panel discussion becomes artistic town-hall meeting at İstanbul Modern



A panel discussion at the İstanbul Modern Museum of Art earlier this week turned into a major debate on censorship and the state of contemporary art in Turkey after the museum barred an artist’s work from a recent auction.
Earlier in the month, the museum had removed a work by Bubi Hayon from its program for an invitation-only auction night titled “Gala Modern,” to which several artists had been invited to donate works of art or objects to in an effort to raise money for the museum’s educational programs. The piece was a wooden chair with a chamber pot for its seat. In response, Hayon issued a press release, arguing that the museum’s decision amounted to censorship. The museum, on the other hand, claimed that it had the right to choose which works of art to include in the event and that Hayon’s contribution had not met the proper criteria.
The incident has created heated discussions among members of the art scene in Turkey, especially on social networking sites. Artist Köken Ergun called on artists whose works were being exhibited in the museum’s ongoing temporary exhibition to withdraw their works and urged other artists to boycott the museum until it “changes its mindset.”
The International Association of Art Critics (AICA) Turkey board of directors, however, issued a press release last week stating that the decision of the museum could not be considered “censorship” since the event was not an exhibition but a fund-raising activity. Similarly, the Turkish National Committee of the International Plastic Arts Association (UNESCO AIAP) board of directors said in a press release that the incident does not constitute “censorship” since an act can only be considered censorship if a third party such as a government, a local authority, a ministry, a municipality or the police is responsible.
Voicing disappointment with the statements of the two bodies, artist Hakan Akçura released a press statement with the support of more than 90 people from the Turkish art community, declaring that they consider İstanbul Modern’s action a form of censorship and called on the museum to apologize both to Hayon and the art community as a whole.
Tuesday’s panel discussion was initially organized as part of the museum’s ongoing exhibition “Dream and Reality,” a chronicle of the works of female artists from Turkey since the 1900s, during which three contemporary artists, Selda Asal, Seda Hepsev and Mürüvvet Türkyılmaz, were going to talk about their works of art in the show.
In the context of the recent controversy, however, the artists announced on Monday through social networking sites that they had decided to devote the panel discussion to such issues as transparency and private and public institutions as well as artists’ rights. But discussion at the event, attended by more than 80 members of the art scene took on a life of its own after panelist Türkyılmaz announced that she would be withdrawing her work from the show in response to İstanbul Modern’s actions. The audience then raised questions and voiced concerns about an array of problems related to several forms of censorship dominating the current art world in Turkey, a lack of organization among artists and problems caused due to the fact that all major cultural institutions in the country are backed by various corporate entities and the lack of transparency in their activities.
While the statements from AICA Turkey and the Turkish National Committee of UNESCO AIAP were harshly criticized, the absence of Hayon and representatives of the museum to give their account of what had happened raised considerable complaint among the panelists and the audience. Many attendees also underlined several times that İstanbul Modern should apologize to the participants and the audience of this event since it ignored the concerns of the art world in general by not being present during the panel discussion.
Following the panel, seven other artists — Ceren Öyküt, Gözde İlkin, Güneş Terkol, İnci Furni, Ekin Saçlıoğlu, Neriman Polat, Leyla Gediz — and artist collective AtılKunst followed Türkyılmaz and announced that they would be requesting that the museum remove their works from the exhibition.
Asked whether the museum will hand the artists their works of art back, İstanbul Modern’s chief curator Levent Çalıkoğlu told Today’s Zaman on Thursday that the museum “respects the decision of the artists and will act in accordance with their requests.”

"Nefret tünelinde Aşk" Birgün'de…


Birgün Gazetesi bugün, “Nefret tünelinde Aşk” sanat etkinliğime dair benle yaptığı söyleşiyi yayınladı. Aşağıdaki linkten söyleşinin internet linkine ulaşabilirsiniz:

Söyleşinin internet linki

Gazete, yapılan söyleşiyi sayfaya sığdırmak için kısaltmak zorunda kalmış. Kesintisiz halini aşağıdan okuyabilirsiniz:

“Bir türkü seven kürtler, bir kürdü seven türkler… Çağrım size!”
Nefret tünelinde Aşk

“Yeni yeni büyüyen bir şey” var. Bu şey, tam da sokaklarda Dink’in katilinin beyaz beresiyle rahatlıkla dolaşabilenlerin temsil ettiği, yeni bir saldırgan klu-klux-klan ırkçı alt-kültürünün yaygınlaşması.

Söyleşi: Sinan Kurtuluş Bilgenoğlu

S.K.B: Çağrısını yayınladığınız “Nefret tünelinde Aşk” isimli çok katılımlı sanat etkinliğinizin içeriği nedir? Nasıl bir karar ve hazırlık süreci yaşadınız?

H. Akçura: Türk ırkçılığının kökleri çok derin, gücü ise resmi ideolojiden. Türkiye’de türklerden gayrı bir ulusun, azınlığın varolmadığının açık açık savunulduğu, tersine düşünenlerin hapislerde çürütüldüğü, olmadık acılara uğratıldığı, öldürüldüğü günler geçeli çok olmadı. Bugün ise, herkesin “bir milliyetçi ve türk olduğunu”, her diyalogda ilk söz olarak söyleme ve söyletme çabasıyla kendini gösteren, yaygın kalabalıkların hakim söylemi haline gelen bir yeni milliyetçi dalganın, teklifsizce “yeni soykırımlar” çağrısı yapabilen bir ırkçılığa kapı açıyor olmasını tartışmalıyız.

Geçen yıl Türkiye’de ve İsveç’te aynı anda başlattığım, sonuçlanmayan ve hâlâ katılıma açık olan “Gerçek Diyalog” isimli sanat etkinliğimde, Türkiyeli katılımcılara sorduğum üç sorudan biri, “gelişen yeni milliyetçilik ve ülkenin geleceği hakkında düşündüklerine” dairdi. Birçok kişi ve kurumun dikkat çektiği bu kara dalga, zamanla kendine kurbanlar arayarak ve ne yazık ki bularak palazlandı ve Hrant Dink’in katlinin ardından daha da tehlikeli bir düzeye ulaştı.

Yıllardır takipçisi olduğum “internet yazışma kültürü” içinde, hiçbir zaman son dört-beş ayda olduğu kadar yaygın, “meşru” ve tehlikeli keskinlikte ırkçılığın varolmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu anlamda “yeni yeni büyüyen bir şey” var. Bu şey, tam da sokaklarda Dink’in katilinin beyaz beresiyle rahatlıkla dolaşabilenlerin temsil ettiği, yeni bir saldırgan klu-klux-klan ırkçı alt-kültürünün yaygınlaşması.

Bu keskin türk ırkçılığı, kimi kürtlerde de karşılığını buluyor. Gücü ve sahip çıkılırlığı elbette ki egemen ulusun ırkçılığı kadar olmasa da, hızla yaygınlaşarak, – ne yazık ki nedenleri kimilerince haklı da görülse- bence niteliği farksız olan, karşı çıkılası bir saldırgan kürt ırkçılığını beraberinde getiriyor.

İnternette binlerce kürt ve türk arasında akan diyaloglarda yeralan ırkçı mesajları biriktirdim. Sohbet forumlarında akan aynı içerik ve nitelikteki sesleri kaydetmeye başladım. Bunları “nefret metinleri ve sesleri” olarak tanımladım ve çağrı metnimde de dediğim gibi, okurken ve dinlerken kendimi hep kirlenmiş hissettim.

Herkesin gelişen ırkçılığa karşı elini taşın altına sokması gereken bu günlerde, bu çok katılımlı etkinliği tasarladım ve “Nefret tünelinde Aşk”ın çağrısını yayınladım. Yayınladığım çağrı, bir yanı kürt, bir yanı türk olan çiftlere… Bir türkü ya da bir kürdü çok seviyor olmayı bir süredir ya da çok uzun bir süredir deneyimleyen çiftlere yönelik.

Çağrımın tam metnine okurlarınız internetteki blog sitemden ulaşabilirler: http://open-flux.blogspot.com

Projeye katılmak isteyen çiftlerin ne yapması gerekiyor?

Onlardan, ellerindeki ya da ödünç alacakları video kameralarla birbirlerini ve/veya ilişkilerini çekmelerini istiyorum. İçeriği ve biçimi tümüyle katılımcılara bağlı kayıtlarla, bana ve olası serginin ziyaretçilerine, bir kürdü ya da bir türkü sevmenin nedenini, nasılını, öyküsünü, varsa zorluklarını, dışavurumunu, içeriğini aktarmalarını, belgelemelerini istiyorum. Özetle katılımcılardan, kurgulanmamış ya da kabaca kurgulanmış “home-video” kayıtlarını istiyorum.

En ağdalı, ayrıntılı biçim ve içeriklerden, en yalın biçim ve içeriklere kadar her şey kabulüm. Çünkü, cevaplayacakları asal soru, okuyacakları o zehirli nefretin belgelerinin kapladığı tünel-mekanda nasıl varolmak istedikleri ile ilgili olacak.

Sanat etkinliğine katılacak çiftler, bu küfür ve saldırıların dört duvarını ve tavanını kapladığı, seslerin de aralıklı olarak “boşaldığı” bir mekanda, kendilerine ayrılmış ekranlarda akan videolarda hayat bulacaklar. Ziyaretçiler bu fazlasıyla “kirli” nefret tüneli-mekanında o videoları izleyecek. Sergiyi, İstanbul ve Diyarbakır’da aynı anda açmayı istiyorum.

Projenize katılacak çiftler bulabildiniz mi? Yardım ve destek çağrınız karşılık buluyor mu?

Sadece iki hafta oldu etkinliğin çağrısını yayınlayalı ve yaygınlaşmadı yeterince… Ama yine de katılmaya karar veren ve bu sürecin ilk adımlarını, varsa merak ve sorularını benle paylaşan çiftler var. Elime ulaşan video henüz yok. Yine de, böylesi açık katılımlı çağrılarımın en fazla yankı, karşılık ve destek bulanı oldu “Nefret tünelinde Aşk”. Sürecin her aşamasında şu ya da bu şekilde katkı verebileceğini söyleyen bir dizi insan var ve her gün sayıları artıyor.

Peki nefret metinlerinin içeriğini tam olarak öğrendikten sonra vazgeçen çiftler oldu mu? Sonuçta o kadar küfrü okumak herkesin yapabileceği bir şey değilmiş gibi geliyor.

Katılım isteklerini bana iletenlere “nefretin metinleri”ni yolluyorum. Yolladığım örneklerin sayısını çok tutuyorum. Çünkü çağrımda da belirttiğim gibi, “görmeli, okumalı, bilmeliler, katılmayı düşündükleri etkinliğin hangi zehirli tünelde-mekanda soluk almaya çalışacağını…”

Onları okuyunca katılmaktan vazgeçen çift olmadı. Ben, çok fazla sayıda insanın kendi ırklar-milliyetler üstü sevgisini, bu metinlerin karşısında konumlayacağına ilişkin inancım ve umudumla adım attım. Bu umudum sürüyor.

Bu metinlerin sergilenmesiyle beraber iki tarafın sıradan insanlarının birbirlerine duyduğu kin artar gibi bir kaygınız var mı?

Bu metinlerin ne olduğunu bilip, gözden uzak olmasına sevinmek yerine, onları ışık altına çekmeyi yeğliyorum. Bu nefret metinlerini teşhir etmem, kafasını kuma gömen tonla ortalama yurttaşı irkiltmek ve katılımcıların yaratımlarıyla gönül bağı kurmalarını istemekten başka bir anlama gelmiyor.

Sizin deyiminizle “iki tarafın sıradan insanları”yla bir umudu ve tepkiyi paylaşmaktan başka bir hedefim yok. Hayır, onların yaygın bir kini taşıdığını düşünmüyor, tam tersine bu kini taşıyan ırkçılara karşı “ortak tutum” içinde olacaklarına inanıyorum.

4-5 aydır bu proje üzerinde çalışıyorsunuz. Peki Hrant Dink suikastı projenizi hayata geçirme sürecini hızlandırdı mı? Suikastın ardından bazı gazetelerde ırkçı sitelerin forumlarına yer verildi. Sizce gazeteler bu forumları fark etmekte biraz geç mi kaldı?

Elbette ki, Dink suikasti ve onu uğurlayan 200 bine yakın kişinin belirlediği süreç bu ülkenin geleceğinin karartılmasına karşı çıkacak herkes gibi beni de tetikleyen bir süreçti. Bazıları için sözkonusu ırkçı yazışmalara dikkat çekmek ve Dink’in yaşamını adadığı bir eşitlik ve adalet çağrısının yaygınlaşabilmesi için belki de bu acılı sürecin itkisi gerekiyordu.

Ama hâlâ isminin altında “Türkiye Türklerindir” ifadesini fütursuzca taşıyabilen, yayın yönetmeninin inanılmaz bir aymazlıkla “türklerden ırkçı çıkmayacağını” savunabildiği bir gazete bu ülkenin en çok satan gazetesi ise, bu ırkçı yazışmalara ilişkin sorumlu uyarılarının zamanlamalarından dolayı kimseyi “geç kalmakla” suçlayamam.

Yurtdışında yaşıyorsunuz. Peki Türkiye’deki ırkçılıkla Avrupa’daki ırkçılığı benzerlikler ve farklılıklar açısından karşılaştırabilir misiniz?

İsveçliler, İskandinavya’nın gerçek sahibi Sami ulusuna sınırlı temsil hakkını 1993’te verdi. Sadece 14 yıl önce. Henüz bir parlamento binaları yok. Sami ulusunun eşitlik mücadelesi hala sürüyor.

Bugünkü Avrupa’yı, kaynağı Türkiye’deki ya da İsveç’in yakın geçmişindeki egemen ulus ırkçılığından farklı ama günlük yaşamdaki birçok gizli-açık göstergesi ortak olan bir zeminden, artan göçmen ırkçılığından tartışmak isterim şimdilik…

Artan göçmen varlığı, gelişen dinsel saflaşma, yaygınlaşan işsizlikle birlikte güç kazanan gizli ırkçılık Avrupa’da gün be gün artıyor ve artacak da. Kalabalıklar için dünyayı algılamanın giderek daralan ve karşıtlıklara odaklanan fakir perspektifi, birçok orta sınıf avrupalıyı aslında kendi ülkesinde yabancı görmek istemeyen bir hale çoktan taşıdı. Göçmenlerin çoğu uzundur, her zeminde, kendine yönelik farklı, ayrımcı davranışın farkında. Bir başka farkındalığı ise, artık ve hep, onsuz, göçmensiz bir Avrupa’nın olmadığı, olmayacağı.

Çok önemli bir fark şu ki, bu ülkeler hâlâ, ayrımcı milliyetçiliğin ve gizli ırkçılığın tonla göstergesini içerse de, bu göstergelerin her birinin, her türlü zeminde acımasızca sergilenebildiği, tartışılabildiği ve onlara karşı mücadele etmenin yasallığının yaygın olduğu ülkeler.

Sadece iki yıllık kendi kişisel yolculuğuma, mücadele ve yaratımıma baktığımızda bile bu farkı görebiliriz:

Geçen yıl, “İsveç Göçmen Bürosu’na açık mektup” isimli video-performansla oturma ve çalışma izinlerini ben gibi uzatmak isteyen 6500 göçmene reva görülen haksız muamelenin karşısında ne dediğimi sergiledim. Kamuoyundan çok olumlu yankılar buldum. “Gerçek Diyalog” etkinliğimde İsveç’ten katılacaklara sorduğum üç sorudan biri de, kökleri çok derin olan ve ayrımcılığın, gizli ırkçılığın göstergelerini besleyen günlük yaşam kuralları toplamı diye özetlenebilecek Lagom’u sorgulayan bir soru… Bu yıl, sadece göçmenim diye beni sanatçıdan saymayan, belgelerimi ve geçmişimi yeterli görmeyen İsveç İş Bulma Kurumu Kültür Departmanı’nın bu ayrımcılığını medyaya ve sanat ortamına teşhir ettim; İsveç Komünist Partisi (Sol Parti) bu sorunu hemen İsveç Parlamentosu’na taşıdı.

Türkiye’de ise milliyetçilik ve ırkçılıkla savaşan her kişi ve kurum ne yazık ki hala tehdit altında. Bu tehdidin azalmayıp artacak olma ihtimali ise en büyük tehlike.

Türkiye’den uzakta yaşıyorsunuz. Bu, Türkiye hakkındaki değerlendirmelerinizi zorlaştırmıyor mu, oradan takip edebiliyor musunuz?

Elbette zorlaştırmıyor ve elbette takip edebiliyorum. Bunun için sadece istek, kaygı ve sorumluluk duygusu yeterli. Artık herkesin sadece kendi ülkesine ilişkin değil, çok yakında yok edicisi olabileceğimiz bu yerküreye ilişkin de farkındalığının artması, kapsamlı, sorumlu bakışının ve tutumunun artık belirmesi gereken bir zamandayız.

Ben kendi adıma, bir yandan Türkiye’de artan milliyetçi ırkçılığı, bir yandan İsveç’teki göçmen ayrımcılığı ve gizli ırkçılığı yaratımımın konusu haline getirirken, bir yandan da Bush’a kabus önerisi olarak yapıp, yaygınlaştırdığım videoları izleyenlerin sayısını başta ABD olmak üzere tüm dünyada artırmaya uğraşıyor ve yeni kabus önerilerimi kurguluyorum.