Stockholm TEGEN 2 sanat galerisinde açılacak karma serginin adı,
“Evet, yaşamak istiyorum, ölmek istiyorum”. İsveç ulusal marşının nakaratı bu… Her ne kadar sergi Norveç’in ulusal gününde
açılıyor olsa da, anlaşılacağı üzere, karma serginin asıl
İsveçlilikle ilgili bir derdi var. Sergi metninde Gunilla Sköld-Feiler, özetle, “isveçliliğin neredeyse ten rengiyle belirlenmesinin tartışılabildiği günümüzde neyi kutlayacağız?” diye soruyor.
Ben de katılıyorum bu sergiye.
Diğer sanatçılar, galerinin sahiplerinden Gunilla Sköld-Feiler,
ChunLee Wang Gurt, Kerstin Hansson, Peter Johansson, Dorinel Marc ve
Paula Urbano. İsveç
Ulusal Günü 6 Haziran’da biz tüm sanatçılar, gelen konuklarımızla sohbet edeceğiz. Sergi 16 Haziran’a kadar
sürecek. TEGEN 2 bundan önce de
üç karma ve bir solo sergimin evsahibiydi.
sergide çok elemanlı, “Liste” isimli bir duvar düzenlemem yeralacak.
“Liste” şunları içeriyor: “İsveç’in belli başlı
soydüşkünyarları” başlıklı bir liste. “İsveç’in belli
başlı kuşları – 1” başlığıyla sergilediğim dört resmim ve
tüm duvarı kaplayan üç yıllık emeğimin belgeleri.
Geçtiğimiz mart
ayında Dünya Bülteni’nde yayınlanan, Cihan Aktaş’ın sorularını
cevapladığım uzun söyleşide İzlanda ve İsveç tarihinde
yüzyıllardır bir söylenti, bir mit olarak özel bir adla anılan
(ättestupa)
uçurumlardan sözetmiştim. Güçsüzleşen yaşlıların,
engellilerin, “artık topluma yük olanların” (!) atıldığı
-ya da hiç atılmadığı, böyle bir şeyin olmadığı- uçurumlar.
Ama nedense üretilen, kabullenilmiş, bugüne kadar taşınmış ve
yaşlılara, bakıma muhtaçlara dair uygulanması öngörülen her olası kötü, geri devlet politikasında bir metafor olarak anılan (“-
Oldu olacak, onları ättestupa’dan
atın bari!”) özel
bir adı olan uçurumlar: ätt = soy, aile / stup = uçurum / stupa = ansızın ya da direnerek ölmek / ättestupa = ailelerin ansızın düştükleri, atıldıkları uçurumlar.
yıl önce bu uçurumlara dair özel bir ilgi büyütmeye başlamamın
üç nedeni var. Öncelikle, İsveç toplumunun çoğunluğunun
kullandığı, içinde taşıdığı, varoluşlarını, edimlerini
belirlediğini düşündüğüm günlük yaşam kodlarını yazmaya
yıllar önce başlamış ve bu kodların içinde yoğun bir utanç
duygusunun varolduğuna inanmaya başlamıştım. Bu duygunun kadim
köklerinin arayışı içindeydim.
arayışımda ulaştığım ve 1949 yılında -“Proleter yazarlar” grubunun üyesi- Ivar
Lo-Johanssons’un
fotografçı Sven Järlås ile birlikte yayınladığı, “Ålderdom”
(Yaşlılık)
adlı bir kitap. Bilinen en eski zamanlardan bugüne, yaşlılığın
bu topraklarda nasıl taşındığını, algılandığını ve
yaşlılara karşı yaygın toplumsal tutumun ne olduğunu aktaran kitabın ilk bölümünün başlığı bu
uçurumları ve bu uçurumlardan insanları atarken kullanılan
-akrabaların hepsinin, bir sonra ölecek olanın ise kurbana en
yakın kavraması gereken- özel sopaların adını (ätteklubba)
taşıyordu. Heyecanla okuduğum dört sayfada gördüm ki, Johansson bir mitten değil, olası bir gerçeklikten sözediyor. Merakım kabardı.
Üçüncü nedenim ise, üç yıldır bir bakıcı olarak değişik bakımevlerinde, yaşlı, bakıma muhtaç, engelli insanlarla, onlar için çalışıyor olmam.
Üç yıllık aralıklı arayışım ve kazımda, hakkında yazılan wikipedia maddesinde bile mit olarak anılan ve sayısı onu geçmeyen bu uçurumların -şimdilik- ülkenin doksan ayrı yerinde olduğunu saptadım.
araştırdım da buldum onları? Öncelikle Kungsliga Biblioteket (Krallık Kütüphanesi) ve
Sveriges National Biblioteket’in (İsveç Ulusal Kütüphanesi) 200 yıl geriye gidebilen
“Digitaliserade
svenska dagstidningar” (Dijitalize edilmiş günlük İsveç
gazeteleri) arşivinde,
Projekt Runeberg (Nordisk
familjebok konversationslexikon och realencyklopedi) arşivinde,
ayrıca İsveç’in
diğer tüm dijital arşivlerinde, birçok uluslararası arşivde
yeralan eski yayınlarda, güncel haber, gezi, dağcılık, doğa
sitelerinden, soykütüğü arama forumlarına kadar internetin
olanaklı tüm labirentlerinde, kitaplıklarda, eski kitapçılarda…
Aynı yoğunlukta akacak bir üç yıllık süreçte İsveç’te
doksan yeni soydüşkünyarı daha bulabileceğimden neredeyse
eminim. (Evet, sonunda “ättestupa” demekten vazgeçip, türkçeye bir yeni kelime eklemeye karar verdim.)
kazılarım bana gösterdi ki, bulduğum, okuduğum metinlerin çoğu soydüşkünyarlarından bahsederken onları mit mekanları olarak degil, eski ve kirli bir
geleneğin yerleri olarak dillendiriyor.
üç yılın son aylarında listesini yayınladığım doksan
soydüşkünyarının elli tanesinin aynı zamanda
Riksantikvarieämbetet
(Ulusal Miras Kurulu) tarafından “plats med tradition” (geleneksel yöre) ve “minnesmärke” (anıt) tanımlamasıyla “Riksintressen
för kulturmiljövården” (Ulusal çıkarlar için korunması
gereken kültürel miras) kılındığını hayretle farkettim. Genç
nesillerin “ättestupa” (soydüşkünyarı) kelimesine bile
yabancı ya da onu sadece genellikle göl kenarlarında yeralan, yüzü
doyumsuz manzaralara dönük uçurumların adı sandığı bu ülkede
hayretimin nedeni rahatlıkla anlaşılabilir.
yayınladığım liste ve duvara sıvadığım o
belge-kağıtların, haritalarin etkisi istediğimce güçlü olur. Umarım
70 yıl önce Ivar Lo-Johanssons’un bir araştırmacı yazar diliyle ileri surdugu iddianın, sanat diliyle yinelediğim, yenilediğim bu yeni hali, anlamlı bir tartışma başlatabilir.
soydüşkünyarlarının İsveç toplumunun yüzleşmekten kaçındığı, ama buna rağmen
etkileri ve sonuçlarını, ortak suçluluk duygusu ve utancını belki de güçlü bicimde hala yaşadığı en eski, en derin kolektif suçu olabileceğini düşünüyorum.
Öte yandan, ättestupor kavramı eğer düşündüğümün tersine bir mit ise, bunca yüzyıldır, böylesi acımasız -ve gerçekleşmemiş / sanki “ne yazık ki gerçekleşmemiş”- bir kolektif suça özel bir isim yaratılmış olması ve bu kadar rahat, yaygın, ikircimsiz, meşru bir kullanım ve varlık zemini bulabilmesi belki de daha da vahim. O sahip çıkılanın, her yeni güne taşınanın ne olduğunun, kim ne kadar farkında? Bu yüzden mi milyonlarca insan hep yalnız yaşlanıp, kimsesiz ölüyor bu ülkede?
Güncelleme:
İsveç’in belli başlı soydüşkünyarları
”Döberg”, Djula Säteri, Gatsuberg (Gatstuberget), Stora Djulö, Katrineholm, Södermanland (R)
Ättestupan (Ättestupor?), Hultdalen ?, Dvardala ? (båda?), Ättetorp, Kolmården, Åby, Norrköping, Östergötland






