"Nefret tünelinde Aşk" Tempo'da

Tempo, bugün çıkan yeni sayısında, “Nefret tünelinde Aşk” açık katılımlı çağrım ve sanat etkinliğimle ilgili bir haber-söyleşi yayınladı. H. Hüseyin Tahmaz’ın yaptığı, dergide çok kısaltılarak yayınlanan söyleşinin tümünü aşağıda okuyabilirsiniz:

H. Hüseyin Tahmaz: Yusuf Akçura ve Gökhan Akçura ile bir akrabalığınız var mı? Bir anlamda Yusuf Akçura’nın “üç tarz-ı siyaset” makalesi ile sizin performansınız ilginç bir tezatı da yansıtıyor…

Hakan Akçura: Gökhan’ın küçük kardeşiyim. Ama Yusuf Akçura’yla bilebildiğimiz kadarıyla bir kan bağımız yok. Akçura, tatarlar arasında sıkça rastlanan bir soyadı.

Saptamanızda haklısınız; Yusuf Akçura’nın “üç tarz-ı siyaset” makalesinin özellikle üçüncü tezi, yani “ırka dayalı bir türk siyasal ulusçuluğu oluşturmak” gayesiyle sadece benim sanat etkinliğimin değil, yaşantımdaki tüm duruşumun, varoluş halimin bir tezat oluşturduğu doğru. Öte yandan, Yusuf Akçura’nın tezlerinin resmi devlet politikasına hâlâ sonsuz ve inat dolu bir ilham verdiği de ne yazık ki gerçek.

Ne zamandır İsveç’te yaşıyorsunuz? İsveç’e yerleşmenizdeki temel gerekçe nedir? Evli misiniz? Eşiniz İsveçli mi? Türk mü Kürt mü? Kendiniz de benzer bir durumu deneyimliyor musunuz?

28 aydır İsveç’te yaşıyorum. Buraya gelmemin tek nedeni “aşk”. Dolayısıyla evlenip geldim. Eşim, 25 yıl önce Türkiye’den buraya gelip yerleşen bir çerkez. “Benzer bir durum” derken kastettiğiniz, farklı ulusal kimliklerin biraradalığı ise, etnik, ulusal kimlikleri araştırılsa Türkiye’de bu olguyu yaşamayan çift zor bulunur bence. Bende boşnak ve arap kanı da var örneğin. Ama bir türkün bir kürtle ya da bir türkün ermeni, rum, süryani ya da museviyle birlikteliği gibi, o ilişkinin dışında akan hayatta ırkçılığın kolayca boyverebildiği nesnel zeminlerde varolan ilişkilerin özel bir farkı ve belki de önsoruları, sorunları içerdiği kesin. Bu durum tonla alevi-sünni birlikteliğini de kapsar. Bu anlamda “benzer bir durum” bizde sözkonusu değil.

İsveç’te ne tür bir yaşantınız var? Günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz? Sanat faaliyetleriniz nasıl bir üretim sürecinden geçiyor, üretimlerinizi sergiliyor musunuz? Bunun için mekan ve izleyici buluyor musunuz? Yaratımlarınız İsveç’te nasıl karşılanıyor?

Öncelikle, isveççeyi öğreniyor, bunun için iki yıldır düzenli öğrenciliğimi sürdürüyorum. İşsizim. Bu yakıcı sorunla ve nedenleriyle bir göçmen işsiz olarak boğuşuyor, deli gibi iş arıyorum. Son altı ayda yaptığım 200’ü aşkın iş başvurusuna alabildiğim tek cevap yok. Birçok göçmenin yapageldiği gibi Sosyal Yardım Kurumu’na başvurmayı, başvuranların orada ne tür bir aşağılamayla karşı karşıya geldiklerini bildiğim ve elim tutarken, birden çok geçerli mesleğim varken onursuzluk sayıyorum. Sanat etkinliklerim, sergilerim, yeni projelerim için bir dizi kurum, vakıf ve sanat merkezi ile yazışıyor ve görüşüyorum. Bu zeminde de “bir göçmen sanatçı” olmanın sorunlarıyla cebelleşiyorum. Keyfim ve mutluluğumun kaynağı ise ailem; eşim ve çocuklarım…

İsveç’te bu iki yıl içinde ilk önce, İsveç Göçmen Bürosu’nun oturma ve çalışma izninin uzatılması için benle birlikte bekleyen 6000 kişiye dayattığı ve ayları bulan bekleme sürecine karşı ürettiğim, ardından bizzat Büro’ya yolladığım “İsveç Göçmen Bürosu’na açık mektup” isimli video-performans ile gündeme geldim. Videonun içeriği, yapılmasını beklediğimiz görüşmenin bana düşen tek taraflı kaydıydı. 51 dakikalık kayıtta, yaşantıma, beklentilerime dair, İsveç’e, göçmen politikasına ve bizzat Büro’ya yönelik sert, eleştirel dışavurumum yeraldı. Bu işim hem İsveç’te, hem de Türkiye’de çok yankı buldu. Henüz sadece bir kez sergilendi, birlikte isveççe öğrendiğim diğer 70 göçmen arkadaşıma, okulumda.

Geçen yıl çağrısını yayınladığım ve İsveç ile Türkiye arasında sorgulayıcı bir diyalog sürecini hedefleyen, zorlayan “Gerçek Diyalog” isimli sanat etkinliğim sürüyor. İsveç’ten çok Türkiye’de karşılık buldu. Daha da yaygınlaşması ve bir sergiye dönüşmesi için hem benim yapmam gereken çok şey var, hem de desteğe muhtacım. Ardından “Labirent” başlıklı bir karma sergiye katıldım. Uluslararası sanatçı kitapları sergisiydi. “Oturma izni için” başlığını taşıyan sunumum, bu kez ilk oturma izni başvurum sırasında İstanbul’daki İsveç Konsolosluğu’na verdiğim bir el yapısı kitabı belgeliyordu. Bana ve aşkıma dair bir sunumdu. Görüşmenin daha insancıl ve eşit bir zeminde geçmesini sağlamıştı.

Bu ocak ayında yaptığım ve “Mr. President let me challenge you to face his” başlığını taşıyan ve kışkırtıcı bir biçimde Saddam Hüseyin’in idamı sürecine Bush’u dahil eden iki deneysel videom ise önce birinin Youtube’da yasaklanmasıyla gündeme geldi, ardından New York Scope Sanat Fuarı’ında sergilendi. Haziran ayında bu kez Chicago’da sergilenecek. Bu videolar şimdiden, bu sergi, Youtube, videolarımı içeren [PAM] isimli video sanatı portalı ile benim blogg sitemden onbinlerce izleyiciye ulaştı. Dolayısıyla, mekan ve izleyici kavramlarının farklı karşılıklar bulabildiği bir dünyadayız. Güncel sanatın ve benim yaratımımın zeminleri de klasik sergi mekanlarını ve oralardaki izleyicileri hâlâ gereksinse de, bu olamadığında zorlanacak, açılacak ya da hatta seçilecek farklı kapılar ve “mekanlar” var.

İsveç’te göçmenlere yönelik ayrımcılık sanat alanında da sözkonusu. Geçen yıl içinde İş Bulma Kurumu’nun Kültür Bölümü, iş ararken önümü açacak birkaç getirisi, kursu var diye başvurduğumda sanatçı kimliğimi onaylamayı reddetti. Bu açık ayrımcılığa karşı tepkiyle kaleme aldığım basın bildirime, Ulusal Sanatçı Sendikası ve komünist Sol Parti tarafından sahip çıkıldı ve Göçmen Bakanı’na yönelik bir soru olarak İsveç Parlamentosu’nda taşınıp, tartışıldı. Ama zaten söze dökülmeyen gizli kuralları ile tüm sanat çevresi de göçmenlere karşı benzeri bir ayrımcılığı taşıyor.

Örneğin bu gizli kurallar, bir göçmen sanatçının karma sergiye katılabilmesini kabaca 3, bir destek alabilmesini 5, bir kişisel sergi açabilmesini 10 yıllık sürelere bağlıyor. İlk şartı kırıp karma sergiye daha erken katıldım. Diğerleri karşısında şansımı zaman gösterecek. Hoş, Türkiye’de olduğu gibi, artık dünyanın her yerinde de, subaşlarını tutan kimliklerle ilişkinin ve bu ilişkinin getirilerinin, amiyane deyimiyle kıç yalamanın açamayacağı kapı yok ama, Türkiye’de olduğu gibi İsveç’te de bağımsız sanatçı olmayı seçince aynı kapılar bu kez tam tersine daha da zor açılır hale gelebiliyor.

İsveç’teki göçmen politikalarını teşhir ettiğiniz çalışma “sanatçı” olarak kabul edilmenizi sağladı mı?

“İsveç Göçmen Dairesi’ne Açık Mektup” video-performansım önce buraların en çok satan gazetelerinden Svenska Dagbladet’te haber oldu. Daha sonra da İsveç televizyonunun 2. kanalında bir sanat programına konu oldu. Bu süreç bir dereceye kadar tanınmayı getirse de, yanı sıra akan destek, sergi mekanı bulma çabalarıma yaramadı. Sanat ortamları artık çok yerde ve İsveç’te de kast sistemi içerircesine varlık gösteriyorlar. Kast sistemlerinin yasaları ise bilirsiniz farklı göstergelere dayanır ve oralara kabul zordur.

İnternet sitelerini, forumları bu gözle takip edip kaydetmeye ne zaman ve hangi ihtiyaçla başladınız?

İnternet yazışma kültürü her zaman umurumdaydı ve birçok sanat etkinliğimde kullandığım, yararlandığım ya da içinde nefes aldığım zemin oldu. Hem forumlar, hem de farklı niteliklerdeki sohbet kanalları, odaları ya da iletişimin yazıdan sese, sesten görüntüye, görüntüden ortak oyunlara –eyleme- akan, gelişen niteliğini merakla izlerim. Bu merak ve ilgi ister istemez birçok zeminde iletişimin yeni biçimlerine ilişkin tanıklığımı beraberinde getiriyor. Bu tanıklıklarımda görüntülü sohbet kanallarında kürtlere yönelik çokça yazılı ve sesli saldırıyla karşılaştım ve araştırmaya başladım. Araştırdıkça da, paylaşım sitelerinde, forumlarda, sohbet kanallarında akan ırkçılığın hızla tırmanan örnekleri karşıma çıkmaya başladı. Biriktirmeye başladım.

Hrant Dink suikastından sonra adeta patlama yaptığını söylediğiniz Irkçı mesajlar, neyin göstergesi, bizleri bu anlamda nasıl bir gelecek bekliyor? Buna karşı nasıl bir tutum takınmak gerekiyor? Sizin düşünceleriniz neler?

Yakın geleceğe bakarken çok iyimser değilim. Ülkede yükselecek yeni bir türk-kürt çatışmasından medet umacak karanlık güçler, bu gayelerine yönelik adımlarını atarken artık giderek daha da geniş bir yasallığın ve desteğin peşindeler. Dink’in katiliyle hayranı oldukları bir pop şarkıcısıyla yan yanaymışçasına, kolkola fotoğraf çektiren ordu ve emniyet mensuplarına dair haber, çok az ülkede bizdeki kadar az tepkiyle geçiştirilebilir. Kanıksamayı öğretiyorlar 30 yıl sonra yine bize. O zamanlar cinayetleri kanıksatmışlardı, şimdi ise linçleri, kırımları kanıksamaya doğru itiliyoruz. “Ne mutlu türküm” diyemeyene yer olmadığı söylenen bir ülke kılındı bu ülke. En büyük günlük gazetenin başlığının yanında da benzeri bir cümle var biliyorsunuz: “Türkiye türklerindir.”

Yusuf Akçura’nın “ırka dayalı bir türk siyasal ulusçuluğu oluşturmaya dair” teziyle başladık bu söyleşiye ve belki de konu zaten hep bu. Beyaz berelerin klu-klux-klan kukuletaları gibi taşındığından bahsetmiştim daha önceki bir söyleşimde. Hayır, onlar bile gizli törenlerin giysileriydi. Bizim ırkçılarımız gün ışığı altında ve aslında sadece onlar gibilerinin yaşayacağı bir ülkeyi isterlerken, desteklendiklerinin ve kalabalık olduklarının farkında. İşimiz zor.

Her türlü örgütlü zeminde ırkçılığa karşı, bayrağa ve “milli lidere” tapınmaya dair tüm simgelerle yeniden göğerip gelişen azgın milliyetçiliğe karşı demokrasi ve kardeşlik, birarada barış içinde yaşama bilincini yaygınlaştırmak gerekiyor. Her türlü anti-demokratik adımın, çabanın, kalkışmanın karşısında saf tutmak artarak önem kazanıyor. Son zamanlarda gelişen “Irkçılığa ve milliyetçiliğe dur de!” “Siyasal ufuk hareketi”, “Yüzde 52”, “Genç siviller”, “Benim hala umudum var” gibi inisyatiflere ve 500 aydının muhtıra karşısındaki çıkışına çok değer veriyorum. Ama bu ülke çok daha fazlasına muhtaç.

Şimdiye kadar projeye katılımcı olarak kaç kişi başvurdu? Başvurularda beklediğiniz niteliği görebildiniz mi? Bir Türk’ü ya da Kürt’ü sevme gerekçeleri tatmin edici mi?

Şimdiye kadar ne yazık ki sadece yirmiye yakın çift katılacağını haber verdi. Yapılan iki gazete söyleşisiyle gereksindiği kadar yaygınlaşamadı çağrım. Eminim ki çok daha fazlasının katılması mümkün. Ama duymaları, öğrenmeleri gerek bu çağrıyı. Katılmaya karar veren çiftlerin ise tümü üretim sürecinde. Videolarını düşünüyor, tartışıyor ya da çekiyorlar. Henüz hiçbirinin ürettiğini izlemediğim için üzerlerine yapabileceğim hiçbir yorum yok.

Size göre, birbirini seven Kürt ve Türk çiftlerin sesi, ırkçıların sesini bastıracak mı?

Hayattan sözediyorsanız hayır. Benim sanat etkinliğim, biraz önce yaygınlaşmasını gerekli gördüğüm çabaların sadece biri ve katılımcılarının aynı zamanda birer yaratıcı olmaya soyunacakları özel bir emeği içeriyor. Sayıları ne kadar artsın istesem de bu sayının ancak bir yere kadar artabileceğinin farkındayım. Yok eğer sergiden bahsediyorsanız, katılımcıların videolarının ve seslerinin ırkçıların metinlerini ve seslerini bastıramayacak kadar az olduğunu görürsem, bu sergi açılmayacak ve bir kez daha hep birlikte şapkamızı elimize alıp düşüneceğiz.

Irkçıların yükselen sesine karşın, proje ile kurguladığınız yaklaşım da bir anlamda ırkçı önyargıların dilinden konuşmak anlamına geliyor denilebilir mi? Yani sanırım, bir Türk ya da Kürt’ü seven biri, Kürt ya da Türk olduğu için değil, kişisel insani nitelikleri nedeniyle böyle bir birlikteliği seçmiştir, Türk ya da Kürt olduğu için değil. Bu yanlış bir değerlendirme mi olurdu?

Çok sorulası bir soru bu. Katılımcı adaylarıyla en sık yazışmak durumunda kaldığım konu da bu oluyor genellikle. Katılımcı adaylarının birbirlerini “ulusal kimliklerinden bağımsız” bir zeminde sevdiklerini tabii ki biliyorum. Irkçılığın karşısına aslında tabii ki, ulusal kimliklerin “ne olmadığı”na dair bir bilgi ve dışavurum ile çıkmaktan başka bir derdim yok. O yüzden etkinliğe arap-türk, ermeni-kürt, ermeni-türk çiftler de katılıyor. Benle birlikte paylaştıkları bu uluslar ötesi ya da uluslar üzeri bilince dair, ırkçılığa karşı neyi nasıl aktaracakları ise benim de merakla beklediğim şey. Benim çağrı metnimdeki “bir türkü ya da bir kürdü çok seviyor olmayı bir süredir ya da çok uzun bir süredir deneyimleyen çiftler” ifadesi aslında “karşısındakinin kürt olduğunu ya da bir türk olduğunu umursamadan sevenler” diye algılanması gereken bir ifade.

Ama şu da var: Bu çiftlerin bu ulusal kimlikleri ile yaşadıkları sorunlar ve özel bakış açıları varsa bunlar da yansıyacak belki etkinliğe. Mesela, katılımcı adayı bir çift daha birbirleriyle ilk tartışma sürecinde, içlerinde birbirlerine karşı gizli kalan kimi duygularla karşılaştılar ve ciddi sorunlar yaşadılar. Bir yüzleşme birçoğu için kaçınılmaz belki ve ben açıkçası bunu öngörmemiştim.

Sizce yaşanan bunca şeye rağmen, Türk ve Kürtlerin “gönül” bağları güçlü müdür? Yoksa yükselen ırkçılık, “gönül bağı”nın onarılmaz bir şekilde zedelendiği anlamına mı geliyor?

Kendilerine, çocuklarına, ailelerine, köyleri, kasaba ve kentlerine, varoluşlarının hemen her biçimine bu kadar zarar verildikten sonra sözkonusu gönül bağının onarılamayacak biçimde zedelenmesini belki de kürtlerden beklemeliyiz. Zaten etkinliğin bir yanı olan, çok yeni ve sınırlı bir ölçüde gelişen kürt ırkçılığının boy atmasını sağlayan şey de verilen bu zarar, çekilen onca acı, boşaltılan onca köy, atılan her bomba, yağdırılan her kurşun. Bu yine de benim açımdan kürt ırkçılığını masum kılmıyor. Zaten o ırkçılara inat, kürtlerin gönül bağı, umudu, çabası ve barış içinde yaşam istekliliği tüm göstergelere bakıldığında türklerden daha güçlü.

Türk ırkçıları hem bu ülke sınırlarını, hatta yeni işgal edilecek toprakları istiyor, hem de bu sınırlar içinde kürt görmek istemiyor. Belki de bu yüzden Türkiye demokrasi hareketinin en öncelikli hedefleri kürt demokrasi hareketinin istemleri ile örtüşüyor ve o olası ortak kazanımlar kendi geleceğinin de güvencesi olacak. Ama elbette ki uzun süren savaşın, kişisel ya da toplumsal her boyut ve zeminde açtığı yaralar hâlâ kanıyor. Bunun üzerine gelen yaygın iç göç ise, yöneldiği ve yerleştiği tüm kentlerde çok daha sert ve askeri olmayan kitlesel çatışmaların yaşanacağı bir geleceğin tohumlarını taşıyor. Tehlike çok büyük.

Projenin tahmini zaman çizelgesi nasıl bir seyir izleyecek? Ne kadar sürecek? Sergilerin açılma tarihine ilişkin okuyucularımıza bir bilgi verebilir miyiz?

Sergileri ne zaman ve nasıl açabileceğimin cevaplarını sürecin getirecekleri belirleyecek. En başta katılımın yoğunluğu ve gereksindiğim birden çok alandaki desteği bulup bulamayacağımla ilgili her şey… Çağrının yaygınlaşması için desteğe ihtiyacım var. Kurgu, transfer süreci, sergileme olanakları açısından desteğe ihtiyacım var. Sanat merkezlerinin, sergi mekanlarının böylesi bir sergiye ilgileri ve yer sağlaması, kamuoyu desteğinin gücü ile sergilenmesi oldukça zor metinleri sergileyebilmemin önünün açılıp açılmayacağı, bulabileceğim ya da bulamayacağım mali yardımlar… Tüm bu alanlarda desteğe muhtacım.

Ben en azından önümüzdeki sonbahar ve kış aylarında açmak isterim bu sergiyi ama dediğim gibi, süreç kendini belirleyecek. Okurlarınız gerek çağrı metnini okumak, gerekse gelişmeleri izlemek için http://open-flux.blogspot.com/ linkindeki blog sitemi ziyaret edebilir ve en önemlisi katılmayı düşünürlerse hakcura@gmail.com e-mail adresime yazabilirler. Şimdiden hepsine teşekkür ediyorum ve tabii ki size de…

"Gerçek Diyalog"un Türkiyeli katılımcılara yönelik ikinci sorusu değişti. Neden ve nasıl mı?

Radikal’de “Gerçek Diyalog”a dair 2 Ekim 2006 günü yayınlanan haberin ardından aynı gece NTV’ye bağlandım. 20 dk. sesimle konuk olup etkinlikten sözettim, Banu Güven’in sorularını cevaplama fırsatı buldum. NTV set ekibi kolay kolay görülmeyecek bir dayanışma örneği olarak, “Gerçek Diyalog”un sorularını gün boyunca cevaplarken kendilerini çekmişler ve katılım olarak bana yollamaya, sözkonusu bültende de tüm izleyicilere örnek olarak sergilemeye karar vermişlerdi. Bana yollayacaklar. O gece kayıtlarında ancak seslerini duyabildim, sevindim ama daha izleyemedim.

Bu her iki -Radikal, NTV- örnek dayanışma örneğinin ardından birçok maille soru, katılım kararı bana ulaştı. Kader bu ya, Radikal gibi NTV de program sırasında altyazıyla izleyicilerine ileteceğini açıkladığı bu blog sitesinin linkini ( http://open-flux.blogspot.com/ ) teknik bir arıza nedeniyle yayınlayamadı.

O günlerin ardından, özellikle de gelen maillerdeki soruların bolluğundan, katılımcı adaylarının arada bakıp bilgi tazeleyeceği, gelişmelerden haberdar olacağı sürekli bir linkin bilgisini onlara iletmek ne kadar elzem anladım. Anladığım ve bir diğer daha önemli şey ise, bu etkinliğin duyurularının çok daha yaygınlaşması için gereken yolları bulmam gerektiği.

İstanbul İsveç ve TC Stockholm büyükelçiliklerine yönelik birbirinin eşi iki destek çağrısı kaleme aldım. Sırayla yolluyorum. Bu mektup ve başvurularda, neye ihtiyacım olduğunun açıklaması şöyle: “ihtiyacım öncelikle çok yaygın bir tanıtım ağı oluşturabilmek. Türkiye ve İsveç medyasında yaygın duyurular yayınlayabilmek. Elime geçecek yüzlerce, belki binlerce kaydı kurgulayıp son haline getirebilecek, değişik dilleri birbirine çevirebilmemi ve videolara altyazı olarak ekleyebilmemi sağlayacak parasal desteğe sahip olabilmek. Etkinlik sonuçlanınca İsveç’te ve Türkiye’de sergileme mekanları bulabilmek, gerekirse kiralarını ödeyebilmek. Bu sergilerin her iki dilde kataloglarını, davetiyelerini ve afişlerini bastırabilmek.” Yani az değil. Üstelik bu desteği talep ettiğim yerler de yalnızca bu iki büyükelçilik değil… Her türlü ve biçimde desteğe açığım.

Bir başka önemli gelişme de, katılımcıların eğilimleriyle ve onların uyarısının ardından,”Lagom”a dair soruyu Türkiyeli kullanıcılara sormaktan vazgeçişimle ilgili. Şimdiye kadar bu biçimde kaydedenler tabii ki kabulüm olacak. Ama bundan sonrası için, ikinci soruyla İsveç toplumunu nasıl lagomla yüzleştiriyorsam, Türkiyelileri de bizzat kendi toplumsal statükolarıyla yüzleştirmem gerektiğini düşünüyorum. Orhan Pamuk’un Nobel’i alması ile tam da isveçlilerin Türkiye’ye yönelik gözü, türkiyelilerin de İsveç’e yönelik gözü bu kadar açılmış ve odaklanmışken…
İkinci soru, Türkiyeli katılımcılar için şöyle değişti: “Türkiye’de giderek yükselen yeni milliyetçilik hakkında ne düşünüyor ve ülkenin geleceğine nasıl bakıyorsunuz?

Birçok şeyin sıradışı olduğunu biliyorum:
Böylesi bir açık katılımlı, sonu belirsiz sanat etkinliği,
Bir sanat etkinliğinin yaygınlaşması ve oluşması için kullandığım tüm yöntem ve araçlar,

Sürecin nasıl ve neden böyle aktığına dair sizleri bilgilendirme isteğim,
Bu sanat etkinliğinin “niteliğini” katılımcılarla birlikte kısmen de olsa değiştirebilme rahatlığım.

TC Stockholm Büyükelçiliği beni gelecek hafta toplantıya çağırdı. Siteye koymak için NTV gece programının ve dolayısıyla katılımlarının filmini bekliyorum. İsveç İstanbul Büyükelçiliği’ne yönelik mektubumu bugün yolluyorum. Katılımını bana CD ya da DVD olarak yollamak isteyenler için -ki sayıları hiç az değil- gereken posta kutusunu edinebilmek için bir dernek kuruyorum (İsveç’te kişisel posta kutusu kiralanamadığını bu sayede öğrendim). Size bu blog’u yazıyorum. “Gerçek diyalog” ise büyüyor.

"Gerçek diyalog" basında / "Sann dialog" på press

Radikal gazetesi, 2 ekim 2006 tarihinde “Gerçek Diyalog”la ilgili bir haber yayınladı. Aynı gece NTV gece haberlerine konuk oldum. Programın ilgi çekici kaydı yakında burada yayınlanacak. sanatplatformu.com sitesi de 11 ekim 2006 tarihinde etkinliğe sayfalarında yer verdi.:

Radikal


Akçura diyaloğa çağırıyorGüncel sanatçı Hakan Akçura, İsveç ve Türkiye’den ‘Gerçek Diyalog’a katılım bekliyor.

İsveç’te yaşayan güncel sanatçı Hakan Akçura, kendisini İsveç kamuoyunda gündeme getiren ‘Göçmen Dairesine Açık Mektup’ adlı video performasının ardından şimdi de Türkiye-İsveç hattında diyalog temalı bir video hazırlamak için kollarını sıvadı. ‘Gerçek Diyalog’ adını verdiği yeni videosu için İsveç ve Türkiye’den katılım bekleyen Akçura, projesine katılmak isteyenlerden üç soruya verdikleri cevapları bir video kamera, videolu fotoğraf makinesi, web kamera ya da telefon kamerasıyla kaydedip kendisine göndermesini istiyor. Akçura’nın sorduğu sorular şöyle: 1) Türkiye hakkında ilk aklınıza gelen düşünceler nelerdir? Bu ülke size neyi anımsatır ya da düşündürür? (İsveç’ten katılacaklar için); İsveç hakkında ilk aklınıza gelen düşünceler nelerdir? Bu ülke size neyi anımsatır, hatırlatır ya da düşündürür? (Türkiye’den katılacaklar için) 2) Lagom (Ortalama İsveçli günlük yaşamına hakim olan, ortalama isveçli ruhunu tutsak eden, içinde zaman zaman gizli ırkçılığı da taşıyan binlerce kalıp, davranış, tavır ve duruşun nedeni olan hayat felsefesinin adı) hakkında ne düşünüyorsunuz? Günlük yaşamın lagomun yasalarınca aktığı bir yaşam hakkında ne düşünüyorsunuz? 3)Birçok Avrupalının, gün gelip de Türkiye Avrupa Birliği’ne katılırsa, Türkiye’den Avrupa’ya insan göçü olacağına dair korkuları hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Katılımcıların kayıt yaptıktan sonra videolarını sıkıştırıp herhangi bir ‘update’ sitesine yüklemeleri ve o linki de hakcura@gmail.com adresine yollamaları gerekiyor.

Akçura’dan “Gerçek Diyalog”a çağrı

Gerçek diyalog / Sann dialog

Gerçek Diyalog

Türkiye-İsveç hattı üzerinde ve “tanışmak” üzerine bir açık katılımlı sanat etkinliği

Türkiyeli ve İsveç’ten katılacak herkesi, adı “gerçek diyalog” olacak bir videoyu birlikte oluşturmak üzere akacak ve benim sonlandıracağım bir sürece ortak olmaya çağırıyorum.

Katılmak isteyenler aşağıda yeralan üç soruya cevap verirken kendilerini videoya çekecek ve bu kaydı bana yollayacak.

Birinci soru
İsveç’ten katılacaklar için:
Türkiye hakkında ilk aklınıza gelen düşünceler nelerdir? Bu ülke size neyi anımsatır, hatırlatır ya da düşündürür?
Türkiye’den katılacaklar için:
İsveç hakkında ilk aklınıza gelen düşünceler nelerdir? Bu ülke size neyi anımsatır, hatırlatır ya da düşündürür?

İkinci soru
İsveç’ten katılacaklar için:
“Lagom”* hakkında ne düşünüyorsunuz? Günlük yaşamın “lagomun yasalarınca” aktığı bir yaşam hakkında ne düşünüyorsunuz? (Türkiye’den katılmak isteyenler için özet bir “lagom” tarifini aşağıda bulabilir.)
Türkiye’den katılacaklar için:Türkiye’de giderek yükselen yeni milliyetçilik hakkında ne düşünüyorsunuz ve ülkenin geleceğine nasıl bakıyorsunuz?
Üçüncü soru
Birçok avrupalının, gün gelip de Türkiye Avrupa Birliği’ne katılırsa, Türkiye’den Avrupa’ya insan göçü olacağına dair korkuları hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Kayıtlar, herhangi bir video kamera, video kaydı yapan fotoğraf makinesi, web kamera ya da mobil telefon kamerasıyla yapılabilir. Video her formatta kaydedilebilir. (.mpeg, .avi, .movie, .divx etc.)

Katılımcılar videolarını –sıkıştırarak (.zip, .rar etc.) ya da olduğu gibi- herhangi bir upload sitesine yükleyip, o linki bana iletebilir.

Belli başlı upload siteleri:
http://www.youtube.com/
http://rapidshare.de/

http://www.sendspace.com/

http://www.badongo.com/

Sürece dair her teknik sorunu çözmek için benle e-mail adresim aracılığıyla yazışabilir:
hakcura@gmail.com

Yine katılımcılar, sürece dair her gelişmeyi http://open-flux.blogspot.com/ linkinden öğrenebilir.
Şimdiden oluşacak “gerçek diyaloğa” katkılarınız için teşekkür ediyorum.

*lagom [l’a:gom] adv.
inte för mycket och inte för lite, passande; lämpligt
ne fazla ne az, yeterince, kararınca; uygun

Lagom bence [H.A.] en özetle, ortalama isveçli günlük yaşantısının her alanına hakim, ortalama isveçli ruhunu tutsak eden, içinde zaman zaman gizli ırkçılığı da taşıyan, binlerce kalıp, davranış, tavır ve duruşun nedeni olan hayat felsefesinin adı. Ne ağız dolusu gülmek, ne de doyasıya ağlamak lagoma uyar. Ne de atak varoluşlar, gözükara duruşlar, aktif cesaret, açıksözlü doğrudan eleştiriler, samimi dışavurumlar, içi dışı bir olan bir şeffaflık, muzip ve kuraldışı önerileri hayata sunmak, farklı olmaktan ve durmaktan yüksünmemek… Hiçbiri.
http://en.wikipedia.org/wiki/Lagom
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=lagom
Sann Dialog
En konstnärlig aktivitet som är öppet till deltagande, om att “mötas” och sträcker sig mellan Turkiet och Sverige

Jag inbjuder alla från Turkiet och Sverige att delta och vara med i den processen: där vi tillsammans skapar en video med namnet “sann dialog” och som kommer att avslutas av mig.

De som vill delta kommer att banda sig själva på video medan de svarar nedanstående tre frågor och banden ska sedan skickas till mig:
Första frågan
För deltagande från Sverige:
Vilka är de första tankarna som dyker upp hos dig om Turkiet? Vad påminner det landet dig, eller får dig att tänka på?


För deltagande från Turkiet:
Vilka är de första tankarna som dyker upp hos dig om Sverige? Vad påminner det landet dig, eller får dig att tänka på?

Andra frågan

För deltagande från Sverige:
Vad tänker du ang. “Lagom” Vad tycker du om ett liv där vardagen flyter på med “lagar från lagom”?


För deltagande från Turkiet:
Vad har ni för tankar ang den alltmer växande ny nationalismen och hur ser ni på landets framtid?


Tredje frågan
Vad tänker du om rädslan hos många europeer som tror att det blir stora folk flyttningar från Turkiet till Europa om Turkiet blir medlem av EU?

Inspelningar kan göras med önskad videokamera, kamera som har inspelningsmöjligheter, web kameror eller telefon kameror.

Videon får sparas i önskad format. (.mpeg, .avi, .movie, .divx etc.) Deltagarna får packa (.zip, .rar etc.) ner sina videon och lägga upp dem på önskad upload sajt för att jag ska ladda ner dem senare och skicka mig länken.

De kända upload sajterna:
http://www.youtube.com/http://rapidshare.de/
http://www.sendspace.com/

http://www.badongo.com/

Om det uppstår tekniska frågor kan man vända sig till mig för lösning genom e-mail adress:
hakcura@gmail.com

Jag tackar er redan för all stöd till “sann dialog”.