UPSD: Özgür bir ülkede yaşanmaması gereken tartışmalar

Hafriyat Grubunun Değerli Sanatçı Üyeleri;

Kamuoyuna yoğun olarak yansıyan şekilde açtığınız serginin aşırı dinci çevrelerden aldığı tehdit ve tacizler ve sizleri korumak için davet ettiğiniz emniyet görevlilerinden gelen beklenmedik tepkiler sonucu serginiz, özgür bir ülkede yaşanmaması gereken tartışmalara sahne olmuştur.

Düşünce özgürlüğünü tehdit eden bu üzücü olaylar karşısında tabii ki UPSD her zaman olduğu gibi, sanat ve sanatçı haklarının ve demokratik anayasal bir hak olan ifade özgürlüğünün yanında yer almaktadır. Bu doğrultuda gurubunuz üyelerinden dostum Hakan Gürsoytrak’a telefon ve mesajla ulaşmaya çalıştım ancak bir yanıt alamadım. Belki bu mesaj elinize geçmemiştir diye düşünerek size bu konuda üzerimize düşen desteği vermeye hazır olduğumuzu bildirir bu vesileyle düşünceyi ifade özgürlüğü ve eleştiri özgürlüğünün sanat ortamının vazgeçilmez bir bütünsel hakkı olduğunu bir defa daha size ve sanat ortamımıza duyurmak istiyoruz. Buna benzer sorunlar yaşayabilecek Yurdun her ilinde yaşayan tüm sanatçılarımıza da, bizi bu gibi durumlarda derhal haberdar etmelerini rica ediyoruz.

Sayın “Hafriyatçılar” bu konuda bizimle paylaşmak isteyeceğiniz bilgiler için Yönetim Kurulu olarak sizinle görüşmeye hazır olduğumuzu bildirir, sevgilerimizi ve en iyi dileklerimizle sunarız.

AIAP UNESCO
TÜRKİYE ULUSAL KOMİTESİ
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği

Yönetim Kurulu Adına
Başkan

Bedri Baykam,
Yönetim Kurulu
Bahri Genç
Nurettin Erkan
Nilüfer Ergin
Tülin Onat
Pınar Yeşilada
Rüçhan Şahinoğlu

Ahu Antmen: Korkunun ecele faydası yok!

Hafriyat, ‘Allah Korkusu’ başlıklı sergisinde ünlü-ünsüz, genç-yaşlı her kuşaktan sanatçı, tasarımcı, yazar, çizer ve ‘söyleyecek şeyi olanlar’ı afiş gibi ‘bildiri’ boyutu taşıyan bir mecrada kendi düşüncesini açıklamak üzere bir araya getirmiş

21/11/2007-Radikal

Türkiye’nin bazı kültürel iç dinamiklerini algılayabilmemizi sağlayan başlıca olaylar arasında, sanata ve sanatçıya yönelik tepkiler geliyor. Son bir örneğini, sanatçı topluluğu Hafriyat’ın ‘Allah Korkusu’ başlıklı afiş sergisinde gördük. Vakit gazetesi sergiyi daha açılmadan hedef gösterince olaylar birbirini kovaladı (Bkz. Radikal, 14 Kasım 2007). Bizde ta 20. yüzyılın başından beri âdettir: Hadi Cumhuriyet’in ilanından önce çıplak model yüzünden dinci çevrelerin Akademi’nin kapısına dayanmasını anladık diyelim, Cumhuriyet’in 50. yılı için yapılan ‘Güzel İstanbul’ heykeli bile, “Müslüman Türk’ün ahlakını bozduğu” gerekçesiyle kaldırılmıştır. Bu gibi olaylarda halkı galeyana getiren, gazetelerde çıkan yazılardır. Ayrıca ülkemizde, ‘resmi ağız’lardan çeşitli heykellerin içine tükürülmesi gerektiğini de duymuşuzdur. Bu açıdan bakıldığında ‘Allah Korkusu’ sergisi ve etrafındaki olaylar, sergideki afişlerden çok Türkiye’deki bazı tabuların ve bu tabularla nasıl başa çıkılamadığının bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

Tartışmak hakaret mi?
Aynı sergide Atatürk’ün putlaştırılmasını eleştirmek isteyen bazı afişlerin incelemeye alınmış olması ise, olaya yeni bir boyut daha getirdi. Yani siyah-beyaz her tarafın tepkisini çekecek bir tablo var ortada. Vah haline Hafriyat’ın!.. Sen misin sergi açan, Türkiye’nin korkularını sorgulayan!.. Bunu sansürsüz, oto sansürsüz ve sansasyonsuz yapabileceğini sanmak, ne haddine! Bu arada bütün yaygaranın, kuşkusuz Hafriyat’ın daha sergiyi planlarken bile tahmin etmiş olabileceği gibi, serginin adından çıktığının altını çizelim. Giderseniz göreceksiniz: Tanrısal güç karşısında küçücük ve çaresiz hissediş üzerine o kadar çok afiş var ki, kavramı bu kadar düz mantıkla görselleştiren bu işlerin neresi hakaret içeriyor diye şaşırabilirsiniz. Tipografik bilgisayar hileleriyle modern bir tür kaligrafiye öykünen salt biçimsel temelli afişler de çok sayıda. Sergiye konulmama kararı alındığını duyduğum bazı işler nasıldı, nelere değiniyordu bilmiyorum ama serginin, bu haliyle, ne tavrıyla ne sanatsal boyutuyla öyle çok iddialı olmadığını söylemek mümkün. Ayrıca 2000’li yıllarda, bir çocuğun babasını tanrısallaştırması üzerine kurulan bir imge (Aybeniz Esen) ‘Allah’a hakaret’ sayılabiliyorsa; öte yandan Atatürk’ün tanrı değil insan olduğunu vurgulayan görüntüler (Extramücadele, Hakan Gürsoytrak) Atatürk’ün değil, bir tür ’12 Eylül Atatürkçülüğü’nün sorgusu olarak algılanamıyorsa.. eh ne diyelim, gerçekten her koldan bir tehdit var ortada. Bu arada, yeri gelmişken akla gelen bazı sorulara yanıt arasak: Atatürk’ü ulusça tanrısallaştırdığımız gerçeğini kabul ettiğimizde Atatürk’e hakaret mi etmiş oluyoruz?

Özellikle 12 Eylül sonrasında, ticari kaygılarla gerçekleştirilen pek çok kötü Atatürk anıtını beğenmiyorsak, bunlara karşı çıkıyorsak, Atatürk’e hakaret mi etmiş oluyoruz? Atatürk’ün imgesinden çok, bıraktığı mirası, örneğin bir Resim ve Heykel Müzesi’ni korumamız gerektiğini düşünüyorsak, Atatürk’e hakaret mi etmiş oluyoruz? Özetle söylemek istediğim: Son dönemde Atatürk imgesine yönelen sanatçıların ideolojik duruşunu bilmiyorum, dahası bazılarının salt tabulara saldırmak adına bazen vurkaç işler ürettiğini de düşünüyorum, ama cevaplarını aramamız gereken bazı sorular açtıkları ortada. Bu konuları tartışınca, düşününce, Atatürk’e hakaret mi etmiş oluyoruz?

Oto sansür daha kötü
Hafriyat, ‘Allah Korkusu” sergisinde ünlü-ünsüz, genç-yaşlı her kuşaktan sanatçı, tasarımcı, yazar, çizer ve ‘söyleyecek şeyi olanlar’ı afiş gibi ‘bildiri’ boyutu taşıyan bir mecrada kendi düşüncesini açıklamak üzere bir araya getirmiş. Ve belli ki, bir sanatçı öyle ya da böyle düşününce kurduğumuz dünyalar başımıza yıkılacaksa, zaten hepimizin vah haline, demek istemiş. Sansür kötü, oto sansür daha kötü, ama en kötüsü, en çok konuşmamız gereken konularda bile geriye kalanın nedense hep sansasyon, salt sansasyon oluşu. ‘Allah Korkusu’, 2 Aralık’a kadar Hafriyat Karaköy’de.

Ahmet İnsel: Totaliter zihniyet

Giderek sıklaşan Atatürk’e hakaret davaları, hiçbir hoşgörüsü olmayan, son derece bağnaz bir zihin dünyasının adım adım yerleştiğini gösteriyor


Ahmet İnsel
Radikal 2 -18.11.2007
Tarih kitabındaki Atatürk fotoğrafının üzerine renkli kalemle emzik, palyaço şapkası çizen, gözlerini boyayan bir liseli kız öğrenci hakkında kaymakamlık emriyle soruşturma başlatıldı. Olay, 10 Kasım’dan bir gün önce, Bodrum Turgutreis’de Hayırlı Sabancı Lisesi tarih dersinde geçti. Fotoğrafın boyandığını gören tarih öğretmeni, okul müdürüne kitabı vermiş ama müdür öğrencinin geçen yıl sınıfta kalmış olması nedeniyle psikolojik sorunları olduğunu ve özür dilemesini dikkate alarak, “öğrenciyi kazanmak için” hakkında bir işlem yapmamış. Bazı veliler, lise müdürünün bu olgun davranışını öğrenince, yememiş içmemişler, durumu kaymakamlığa iletmişler. Kaymakam Abdullah Kalkan, “Bu kabul edilebilir bir durum değil; gerekli yasal işlem hemen başlayacak” buyurmuş. Yasal işlem, genç kıza Atatürk’e hakaretten dava açmak, lise müdürüne de görevi ihmalden soruşturma başlatmak olsa gerek.


Münferit bir olaydır denip dudak bükülecek, işgüzarlık yapmışlar denip omuz silkelenilecek bir vaka değil bu. Küçük ama tam da bu nedenle bir o kadar önemli. Giderek sıklaşan Atatürk’e hakaret davaları, hiçbir hoşgörüsü olmayan, son derece bağnaz bir zihin dünyasının adım adım yerleştiğini gösteriyor. Bir lise öğrencisinin, büyüklerine başkaldırıyı, hiçbir şiddet yöntemine, hatta dışarıya yönelik bir gösteri eylemine çevirmeden, ironi biçiminde ifade etmesine karşı soruşturma açan bir zihniyet ortalığa egemen. Sadece bir partiye, devlet yöneticilerine vs. ait olduğu iddia edilemeyecek yaygınlıkta, bir kısım velinin başını çektiği, yani sivil toplumda da gelişip güçlenen bir totaliter zihniyet söz konusu ve en tehlikeli olanı da bu.


İpek Çalışlar’a karşı, Latife Hanım adlı kitabında, Topal Osman’ın kuşattığı Çankaya Köşkü’nden çarşafa bürünerek kaçtığını anlattığı için, bir vatandaşın ihbarı üzerine geçen yıl Atatürk’e hakaret davası açılmıştı. Çalışlar beraat etti ama savcı davayı açmamazlık edemedi. Buna karşılık, 2006 Kasım ayında, Erenköy’den Gebze’ye gitmek üzere banliyö trenine binen bir yurttaş, yanındaki arkadaşlarıyla konuşurken Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle vagondaki güvenlik görevlisi tarafından uyarıldı. Ardından güvenlik görevlisi “zanlıyı” Bostancı’da trenden indirip istasyona gelen polis ekibine teslim etti. Savcılık tarafından tutuklanması için nöbetçi mahkemeye çıkarılan Osman Ergün, “Atatürk’e hakaret” suçundan tutuklandı. Ne dediğini ve davanın kaderini basın yazmadı.


Benzer bir dava, bu kez Fatsa AKP İl Başkanı hakkında açıldı. Atatürk anıtına çelenk konurken sakız çiğnediğini iddia eden bir subayın ihbarı üzerine tutuklandı, sonra kefaletle serbest bırakıldı ve hakkında Atatürk’e hakaretten dava açıldı. Dikkat edin lütfen. Sakız çiğnedi iddiasına binaen yapılan bir tutuklama söz konusu. Ceza hukukçuları, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tutukluluğa neden olacak koşulları çok açık belirlediğini, saygısızlık ve nezaketsizliğin suç olmadığını, bu durumda tutuklama kararı vermenin mümkün olmadığını söylüyorlar. Bu haksız tutuklama nedeniyle mağdurun devletten tazminat alma hakkının doğduğunu da. Ama mahkemeler cayır cayır tutuklama kararları vermekten geri kalmıyor.

Daha bitmedi

Gene 2006’da, bu kez Aralık ayında, bir ilköğretim müfettişi, “öğretmenler yıllardır derslerde Atatürk’ün herkesi kurtardığını anlatıyor. Sizin yere göğe sığdıramadığınız Atatürk beni kurtarmadı. Ben 55 yaşındayım. Ben doğmadan 20 yıl önce ölen birisi beni nasıl kurtarır?” dediği gerekçesiyle yargılandı. Atatürk’ün manevi şahsına hakaret suçundan 10 ay hapis cezası aldı. Cezası ertelendi. Müffetişin söyledikleri bir geyik muhabbeti seviyesini aşmıyordu ama Eğitim-İş Sendikası görev başındaydı.

“Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder”, “Cumhuriyetin bizi ortaçağdan kurtardığı söyleniyor, bu tartışılır” ve “Avrupalılar ileride ‘Neden her yerde Atatürk’ün fotoğrafları var, heykelleri var’ diye soracaklar” dediği için, profesör Atilla Yayla hakkında Atatürk’e hakaretten dava açıldı. Dava devam ediyor.

Bir de, 2007 Eylül ayında varlığını basından öğrendiğimiz, 30 Nisan 2007’de Gaziantep Güzelvadi İlköğretim Okulu bahçesindeki Atatürk büstünün üzerine şekiller çizdikleri ve boyadıkları için 20 öğrencinin gözaltına alındığı ve yaşları 13 ila 17 arasında olan altısı hakkında, Atatürk’e hakaret ve bölücü propaganda suçundan açılan dava var.

Bu saydığım örnekler dışında, Atatürk’e hakaret suçundan açılıp halen devam eden veya kesinleşmiş hapis cezalarının infazı beklenen başka davalar da var. Bunların bir kısmı, 1951 yılında yürürlüğe giren Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanunun kapsamına gerçekten giriyor. Ama sadece bir kısmı. Avukat Fikret İlkiz’in belirttiği gibi, yasa Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret etmeyi, tahkir ve tezyif etmeyi suç olarak tanımlayıp hapis cezası öngörüyor. Ama suçun bizzat Atatürk’e hakaret kastıyla işlenmesi gerekiyor. Atatürk anıtına çelenk konurken sakız çiğnemek, “Atatürk beni nasıl kurtarabilirdi” diye ortaya laf atmak, baskıcı otorite ile en büyük hesaplaşmanın yaşandığı ergenlik döneminde Atatürk’ün resmini karikatürleştirmek, belki okul bahçesindeki büstü boyamak, “neden bu kadar fazla Atatürk heykeli var” sorusunu sormak, Atatürk’ün manevi şahsına hakaret olarak algılanabiliyorsa eğer, özellikle ergenlik yaşındaki çocukların ister istemez baskıcı otorite ile özdeşleştirecekleri simgeye karşı yaramaz girişimlerde bulunmaları, onlara karşı makbul vatandaşların harekete geçmesini ve ardından devlet şiddetini eğer tetikliyorsa, o zaman dinsel boyutlar kazanmış bir tabunun egemenliğinin hüküm sürdüğünü kabul etmek gerekir. İslam peygamberi hakkında yapılan çirkin karikatürlere karşı ölüm fetvaları veren Müslümanların tavrıyla, Atatürk düşünce sisteminin kutsallarına düşün dünyalarını teslim edenler arasında, nitel bir fark kalmamış demektir. Biri ölüm cezası veriyor diğeri daha medeni cezalar öngörüyor ama ikisi de dogmatik ve totaliter bir zihin dünyasında buluşuyor.

Hafriyat Sanat Grubu’nun “Allah Korkusu” başlıklı sergisini fanatik Müslümanların saldırısından korumak için gelen polislerin ihbarıyla, sergide yer alan üç fotoğraf için savcılık Atatürk’e hakaretten inceleme başlattı. Şimdi sözü, Hakan Akçura’nın “Sureti Silinmiş Atatürk” afişini [Sanırım yanlış bilgilenmiş afişimin ismi konusunda ki bu hatayı resimaltında da tekrarlıyor İnsel… H.A.] neyi ifade etmek için tasarladığını anlattığı savcılık ifadesine bırakabiliriz: “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisi olan Kemalizm’de ve paradoksal olarak devletin, ordunun ve takipçilerinin siyasal İslam’a karşı çıkışında, Atatürk peygamber gibi anılıyor. Afişim, bu çelişkinin dışavurumudur. Birbirine karşı görünen radikal İslamcı ve antidemokratik Kemalistler aynı tapınma biçimiyle davranıyor”.

Nadir Nadi, bundan bir çeyrek yüzyıl önce, 12 Eylül rejiminin yaptıkları karşısında, “Ben Atatürkçü değilim” diyordu. Nadir Nadi’nin Atatürkçülüğünden şüphe etmeyenler, bugün geldiğimiz aşamada acaba ne düşünüyorlardır?
Kemalizm bir ibadet biçimidir (Murat Belge’den)” – Hakan Akçura – 2007

Berliner Zeitung: Gottesfurcht und Angst vor der Polizei / Allah Korkusu ve Polisin Korkusu

Türkçe çeviri aşağıda

Eine Kunstausstellung in Istanbul gerät zwischen die Fronten von Islamismus und Kemalismus

Rana Göroglu

Berliner Zeitung, 20.11.2007

Hafriyat” heißt so viel wie “Baustelle”, aber auch “Ausgrabung”. Es ist zugleich der Name einer der ersten und bis heute wichtigsten unabhängigen Künstlergruppen der Türkei. Als sie sich vor rund zehn Jahren zusammenschloss, gab es in der Türkei so gut wie keinen freien Kunstmarkt. In diese Lücke ist “Hafriyat” gestoßen, mit dem Ziel, die Selbstzensur zu durchbrechen und jungen Künstlern eine Plattform und ein Experimentierfeld für neue Ausdrucksformen zu bieten.
Mit den Reaktionen, die ihr jüngstes Projekt, eine Posterausstellung mit dem Titel “Allah Korkusu” (Gottesfurcht), ausgelöst hat, hatte keines der zwölf “Hafriyat”-Mitglieder gerechnet. Allein aufgrund des Titels wurde sie zunächst von der islamistischen Zeitung “Vakit” angegriffen. Es gehe der Gruppe nicht um die Kunst, sondern nur darum, zu provozieren und religiöse Gefühle zu verletzen, behauptete die Zeitung am 5. November – fünf Tage vor der Ausstellungseröffnung, ohne eines der Bilder gesehen zu haben. “Zu diesem Zeitpunkt stand die Auswahl der Poster noch gar nicht fest”, sagt die Ausstellungskoordinatorin, die namentlich nicht genannt werden will.
Die schicke und ganz in weiß gehaltene, zweigeschossige “Hafriyat”-Galerie sticht mit ihrer großen Glasfront deutlich aus den sie umgebenden grauen und baufälligen Steinhäusern heraus. Sie liegt an einer viel befahrenen Straße mitten in Karaköy, einem alten Handwerker- und Hafenarbeiterviertel am Goldenen Horn. Die Koordinatorin erzählt, der Besitzer eines benachbarten Geschäftes habe sie kurz nach Erscheinen des “Vakit”-Artikels informiert, zwei bärtige Männer seien zu ihm gekommen und hätten ihm gesagt, dass die “Hafriyat-Karaköy”-Galerie bald schließen werde. Die Drohung wurde verstanden. Einige der eingeladenen Künstler zogen ihre Teilnahme an der Ausstellung bereits vor deren Eröffnung zurück.
Zwischen zwei Lagern
“In der Türkei ist es nach solchen Drohungen schon zu Übergriffen und sogar Morden gekommen. Deshalb waren wir gezwungen, uns, und vor allem die Besucher der Ausstellungseröffnung zu schützen”, so die Ausstellungskoordinatorin. Nachdem ein privater Sicherheitsdienst gesagt hatte, dass er keinen ausreichenden Schutz gewährleisten könne, wandten sich die Künstler an die Polizei. Das wurde ein Eigentor: Die Polizei nahm nun ihrerseits Anstoß an der Ausstellung – insbesondere an drei Postern, die die Würde des türkischen Staatsgründers und Gralshüter des Laizismus, Mustafa Kemal Atatürk, herabsetzen würden.
Dies könnte der Polizei zufolge auf ein Poster des Künstlers Hakan Akçura zutreffen, das Atatürk ohne Gesicht zeigt – eine Anspielung auf das Verbot, den Propheten Mohammed abzubilden. Ebenso wurde das Poster einer Frau mit Kopftuch beanstandet, die ein Atatürk-T-Shirt trägt, sowie eines, dass den Staatsgründer in verschiedenen islamischen Gebetsposen zeigt. Letzteres wurde vom Künstler inzwischen abgehängt. Dennoch prüft die Staatsanwaltschaft bei allen drei Postern, ob sie einen Gesetzesvorstoß darstellen und eine Strafanzeige nach sich ziehen werden.
Islamismus auf der einen Seite, Atatürkismus auf der anderen – das sind nicht nur die zwei großen Lager, die sich in der Türkei seit Jahren so erbittert gegenüber stehen, sondern auch zwei der größten Tabus. Es war das Ziel der Ausstellung, die damit verbundenen Mechanismen der Angst und Unterdrückung humorvoll in Frage zu stellen, sie künstlerisch zu durchbrechen – etwa mit der Parole “Verzeih mir lieber Gott, dass ich an dieser Ausstellung teilnehme!” auf einem Poster. Nun hat man beide Lager aufgebracht, wenn auch mit unterschiedlichen Werken: Der gesichtslose Atatürk, unter den der Künstler geschrieben hat, dass Kemalismus eine Form der Gottesanbetung sei, wurde von der islamistischen Zeitung “Vakit” lobend erwähnt.
Besucherinnen im Kopftuch
“Die Reaktionen auf die Ausstellung zeigen, in was für einer paranoiden Gesellschaft wir leben und wie eingeschränkt die Freiheit des Ausdrucks noch immer ist. Ich glaube, es wird noch lange dauern, bis sich das ändert und man wirklich entspannt arbeiten kann”, sagt eine der “Hafriyat”-Künstlerinnen, die anonym bleiben will. Der Maler und “Hafriyat”-Mitgründer Antonio Cosentino ist zuversichtlicher: “Es gibt Mechanismen wie den Paragraphen 301” – er stellt Beleidigung des Türkentums unter Strafe – “die angewandt werden, um Kulturschaffende aller Art zu unterdrücken. Aber letztlich ist es niemandem gelungen, die Ausstellung zu verhindern. Und das ist das Wichtigste, denn damit haben wir unser Ziel erreicht, unsere künstlerischen Ideen zu dem Thema der Öffentlichkeit zugänglich zu machen”.
Inzwischen sind etliche Berichte über die Ausstellung in den türkischen Medien erschienen, die meisten davon sind relativ neutral ausgefallen. Nicht so in der “Vakit”, die noch einmal nachgelegt hat und die Ausstellung nicht als “dänische” sondern als “lokale Provokation” bezeichnete – was, wie zwischen den Zeilen zu lesen ist, eigentlich noch viel schlimmer sei. Der Medienrummel ist der Gruppe inzwischen über den Kopf gewachsen, auch wenn die Ausstellung dadurch einem breiteren Publikum bekannt geworden ist. So kommen jetzt auch Frauen mit Kopftuch in die Galerie, um sich die Poster anzusehen. Die meisten von ihnen, so Cosentino, hätten auf Nachfrage gesagt, dass sie sich nicht durch die Bilder verletzt fühlen.
Die Ausstellung läuft noch bis zum 2. Dezember, Hafriyat-Karaköy Galerie, Necati Bey Cad. 79, Karaköy, Istanbul.
Informationen im Internet:

www.hafriyatkarakoy.com

__________________

Hafriyat”ın “şantiye”den “kazı çalışması”na “ pek çok anlamı var. Bu, aynı zamanda Türkiye’deki ilk ve bugüne kadarki en önemli bağımsız sanat gruplarından birinin adı. Yaklaşık on yıl önce kuruldukları zaman Türkiye’de özgür bir sanat ortamı yok gibiydi. “Hafriyat”, bu boşluğu doldurarak otosansürü yıkmak ve genç sanatçılara yeni ifade biçimleri için bir ortam oluşturmak amacı ile yola çıktı.

On iki Hafriyat ortağından hiçbiri, son projeleri olan “Alllah Korkusu” isimli afiş sergisine başlarken, gelecek tepkileri tahmin etmemişti. Başlığı dolayısı ile sergi, islami “Vakit” gazetesinde yer aldı. Gazetenin 5 Kasım tarihli -açılıştan beş gün önce, yani henüz hiçbir iş görülmeden- haberinde, serginin sanatsal bir amaç gütmediğini, dini duygulara zarar vermek gibi provokatif bir amaç güttüğü yazıyordu. Sergi koordiatörü “Bu noktada afişlerin seçimi saptanmamıştı” diye belirtiyor.

Şık ve beyaz Hafriyat Galeri büyük cam vitrini ile, gri ve viran binaların arasında duruyor. Karaköy’ün ortasında, esnaf ve liman işçilerinin çoğunlukta olduğu Haliç yakınlarında yoğun trafikli bir caddede yer alıyor. Koordinatör komşu esnaflardan birinin sahibinin Vakit gazetesindeki yazıdan haberdar olmasıyla, iki bıyıklı adamın kendisine gelerek Hafriyat-Karaköy Galerisinin yakın zamanda kapanacağını söylediklerini anlatıyor. Tehdit anlaşıldı ve birkaç sanatçı, açılıştan kısa süre önce işini geri çekti.

İki duruş arasında
Sergi koordinatörü “Türkiye’de bu tarz tehditlerin cinayete varan sonuçları olabilir. Bu yüzden kendimizi ve açılışa gelen konuklarımızı korumak zorunda hissettik” diyor. Özel güvenlik sorumlusu tam bir koruma garantisi veremeyeceğini söyleyince, sanatçılar polise başvurdu. Kendi kalelerine gol atmış oldular, polis Türk kurucu ve laiklik önderi Mustafa Kemal Atatürk’ü küçük düşürmüş olabilecek üç poster üzerinde özellikle durdu.

Sanatçı Hakan Akçura’nın Peygamber Muhammed’in resmedilmesi yasağına gönderme yaparak Atatürk’ü yüzü olmadan gösteren afişinin, türbanlı ve Atatürk’lü t-shirt giyen bir kadının bulunduğu afişin ve kurucunun farklı namaz konumlarında göründüğü bir başka afişin bir saldırı içerip içermediklerini kontrol etmek için takibe alındı.

Bir tarafta İslam, diğer tarafta Kemalizm – bunlar Türkiye’de birbirine uzak iki duruş olmakla beraber, iki büyük tabu. Serginin amacı, korku ve baskı mekanizmalarına mizahi biçimde sorgulamaktı, tıpkı “Beni bu sergiye katıldığım için affet Allah’ım” yazılı afişteki gibi. Çeşitli işlerde aynı bakışla iki tarafa da yaklaşılıyor. Altında Kemalizm’in bir Allah korkusu türü olduğu yazan yüzü olmayan Atatürk’ün yer aldığı afiş Vakit gazetesi’nde yer aldı.

Türbanlı ziyaretçiler

“Sergiye gösterilen tepkiler nasıl paranoyak bir toplumda yaşadığımızın ve ifade özgürlüğünün kısıtlı olduğunun göstergesi. Bunun değişmesi ve baskısız çalışabilmek çok zaman alacak.” diyor anonim kalmak isteyen Hafriyat sanatçılarından biri. Ressam ve Hafriyat kurucularından Antonio Cosentino ise daha ümitli: “Kültür ve sanatı baskılayan 301. madde -Türklüğe hakarete cezadan bahsediyor- gibi mekanizmalar var. Ama sonuç olarak sergiyi engellemek kimseye bir şey kazandırmaz. Ve en önemlisi böylece sanat fikirlerini halka yakınlaştırmak olan amacımıza ulaşmış oluyoruz.”

Türk medyasında sergi hakkında çıkan haberler daha tarafsız yaklaşıyor. Serginin Vakit Gazetesinde tekrar yer alan ‘Danimarkalı değil yerli provokasyon’ diyen haberi gibi değiller. Sergiye şu an afişleri görmek için türbanlı kadınlar da geliyor. Çoğu, kendilerine sorulmasının üzerine resimlerin kendilerini kötü hissettirmediğini söylüyor.

Sergi 2 Aralıka kadar Hafriyat Karaköy Galerisi’nde sürecek.
Bilgi için www.hafriyatkarakoy.com

(Çeviren Işıl Döneray)