Yargıtay neden mi Pınar’a düşman?

Pınar Selek için müebbet istendi
Saflık ve dürüstlük – Yıldırım Türker
Yine Yargılanacak Pınar Selek’e 200 Aydından Destek
Pınar Selek sitesi

Pınar Selek’in 17 Mayıs 2006 tarihli 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdiği Savunması:

Hukuki dilde adı “savunma” olan bu metni çeşitli suçlamalara karşı kendimi savunmak için değil, uzun süredir yaşadığım kuşatılmaya karşı onurumu, kişiliğimi, hayatla kurduğum ilişkiyi ve özgürlük arayışımı nasıl savunduğumu anlatmak için size sunuyorum.

Evet, Mısır Çarşısı komplosu beni kuşattığından beri ben bir savunma halindeyim. Şimdi size kısaca neyi nasıl savunduğumu anlatmaya çalışacağım.

Özgür, ahlaklı, mutlu bir yaşam nasıl mümkün olabilir sorusu, çocukluğumdan beri beni meşgul ediyordu. Bu sorulara yanıt bulmak, toplumu, kendimi anlamak ve özgürlük alanımı genişletmek için sosyoloji okudum. Bu arayışla, okul yılları boyunca, bilgi-iktidar ilişkisini, bilimin kurumsallaşma biçimini, dokunulmayan kutsallıkları, dil ve davramış kalıplarını sorgulayarak kendimce bir patika çizmeye çalıştım. Sorularıma yanıt bulmak için yoğun emek sarf edip öğrendiğim her kelimeyle boğuşunca, üniversiteyi birincilikle bitirdim.
14 Nisan 1999’da, mahkemenizde yaptığım savunmada, Flaubert’in “Sosyolog, elbette birçok hayatın içine girip çıkacak, hiç hissetmediği duyguları ve deneyleri taşıyan insanları anlamaya çalışacak” sözünden hareketle, “Birçok hayatın içine girmek istiyorum. Yani o hayatı yaşayanlarla söyleşmek, konuşmak ve öznellikler arasında ilişki kurmak” diyen Baurdieu’ye gönderme yapmıştım. İşte bu motivasyonla başlayan öğrencilik yıllarım, okul koridorlarında ya da kantinde değil, hayatın içinde geçti; hep dokunulmayanlara dokunarak, kendimce, karanlıkları aydınlatmaya çalıştım.

Doktorlar gibi, sosyologların da toplumsal yaralara el sürme kabiliyetinde olması gerektiğine inanıyordum. Travestilerin Ülker Sokak’tan dışlanmasına ilişkin araştırmamı tamamlayıp bunu Yüksek lisans tezi haline getirdikten sonra, “alacağımı aldım” deyip sorunlarını paylaştığım insanları öylece bırakamazdım. Bırakmadım da. Çeşitli araştırmalar aracılığıyla tanıştığım ve her biri, farklı dışlama ve kapatma mekanizmasından etkilenen insanlarla birlikte, ortak bir atölye çalışmasında yer aldım: Sokak Sanatçıları Atölyesi.

Böyle bir atölyenin cephanelik olarak tanıtılması korkunç bir şey. Hayır, asla atölyemize bomba giremezdi. Tersine, o küçücük mekanda her türlü şiddeti aşmaya, şiddetin yarattığı yaraları sarmaya çalışıyorduk. Bu değerli çalışmayı, sadece benim ya da atölyedeki insanlar için değil, toplum için temize çıkarmak zorundayız. Korkunç suçlamalarla lekelenen atölyemiz bir sevgi bahçesiydi.

Toplumun çöpe attığı insanlar, çöp kutularındaki işe yarar malzemeleri toplayıp bunları, o atölyede, sanat eseri haline getiriyorlardı. İlk başta birlikte nasıl duracaklarını, kuşatma ve dışlamayla nasıl başa çıkılacağını bilmeyen insanlar olarak, sanatla birlikte dirildik, çiçek açtık, hatta kök salmaya başladık. Maskelerin, çamurdan vazoların, alçıdan heykellerin, resimlerin üretildiği bu küçücük mekânda kurulan sokak tiyatromuz, kısa zamanda her yere çağırılır oldu. Atölyedeki eserlerimiz, sokaklarda sergilenmeye başlandı. Bir de dergi çıkarttık. Yazarları ve dağıtımcıları çok olan bu derginin adını Misafir koyduk. Herkes, “Misafirlik öldü… Televizyon, şehir hayatı misafirliği öldürdü…” diyordu. Biz de, sesini duyuramayan insanların, başkalarının evlerine misafir olmasını sağladık. 3000 bastığımız dergimizi, sokaklardaki güçlü ilişkilerimiz sayesinde kısa zamanda tükettik.

Atölyemiz küçücüktü ama üretkenliğiyle etkisini büyütüyordu. Günde onlarca kişinin girip çıktığı, kapısı hep açık, gece bazen evsiz kalan travestilerin ve sokak çocuklarının yattığı bu atölye, aynı zamanda bir başvuru, bir kaynaşma mekânıydı. Kim olursa olsun, dara düşen bize uğruyordu. Önceden dışlanma nedeniyle saldırganlaşan insanlar, kendilerine ve başkalarına güvenmeyi, atölyemizde öğrendiler. Sanatın ve paylaşımın gücü sayesinde, tineri ve fuhuşu bırakanlar oldu.

Ve olan oldu. Tam kök salmaya başladığımız sıralarda şu meşhur komplonun içine düştüm ve baş artisti oldum. Mısır Çarşısı komplosu, öncelikle bizim çamurdaki gönül bahçemize, çöldeki kaynağımıza bir saldırıydı. Kapısı hep açık olan, giren çıkanın belli olmadığı Beyoğlu’nun orta yerindeki mekânımız bombalarla damgalanınca ve oradaki en etkin kadın, bombacı olarak sergilenince, hep tehlikelerle boğuşan insanların umutları da tuz buz oldu. Zaten sürekli şiddete uğrayan ama birlikte şiddetsiz bir var oluş deneyimini geliştiren bu insanlar, atölyemize yönelik böyle bir terör saldırısında dağılmak zorunda kaldılar. Ben cezaevindeyken görüşüme gelen bir travesti şöyle demişti : “Bir düş ancak bu kadar sürer. Bizimki uzun sürdü. Hep bir şeyler olacak diyordum. Hayat bu kadar iyi gidemez, diyordum. Ama böylesini tahmin etmedim. Ben çok şey yaşadım, herşeye alıştım sanıyordum ama bu olay kadar beni etkileyen başka bir şey hatırlamıyorum. En temiz şeyimizi kirlettiler. Sanki bebeğimizi öldürdüler. Ne korkunç bir hayat! Sen iyi bir şey de yapsan, kirletiyorlar. Kaçamıyorsun, kurtulamıyorsun. Çok korktum.”

Evet, bana bunları söyleyen travesti arkadaşımın çalışma ve yaşam koşulları ölümün kıyısındaydı. Bir gece yarısı E5’te, ya da başka bir yerde, bıçak darbesiyle ölebilirdi ve oracıkta kalırdı. Buna rağmen, travesti arkadaşlarım beni hiç yalnız bırakmadı. Sadece onlar mı? Sokak Sanatçıları Atölyesinin en aktif çalışanları olan sokak çocukları ilk duruşmadan itibaren mahkemeye hep geldiler. Bu, onlar için hiç de kolay değildi. Sürekli kimvurduya giden çocuklar, tıpkı travestiler gibi en çok polisten kaçıyorlar. Buna rağmen, emniyetin suçladığı bir olayda benim tanığım oldular, “Pınar abla oraya tiner bile sokmazdı” dediler. Ben onlara “mahkemeye gelmesinler” diye haber yolluyordum. Çünkü bu nedenle cezalandırılacaklarından korkuyordum. Ama beni dinlemediler. Aslında sadece beni değil, atölyelerini savundular. Orada yarattığımız sevginin kirletilmemesi için ellerinden geleni yaptılar.

Sevgimiz kirlenmedi ama atöylemiz dağıldı.

Mısır Çarşısı komplosu en çok neye zarar verdi diye düşünüyorum. En güzel yıllarıma mı, geleceğime mi? Öncelikle bu komplo, annemin hayatına mal oldu. İkincisi Sokak Sanatçıları Atölyesini öyle bir tuz buz etti ki artık tamir edilmesi imkânsız…

Peki ya benim açımdan, neler oldu?

Oyunun kuralıymış, öğrendim. Eğer şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışırsan, suçlu ilan edilirsin. Üstelik suçun şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışmak olmaz. Tam da senin karşı durduğun, mücadele ettiğin bir tutum sana mal edilir. Örneğin bir rahibeysen, fahişelik yapmakla suçlanırsın. Hayatını İslami değerlerin canlı tutulmasına adamış bir insansan, boynuna, içki ya da uyuşturucu tüccarı yaftası asılır. Ya da bir anti militarist olarak bombacılıkla suçlanırsın. Ve bu öyle kriminal bir tarzda yapılır ki sen savunmaya itilirsin. Yani bir odağın üzerine yürürken, kendinle uğraşmaya başlarsın. Suçlamalar sürekli tekrarlanır, tekrarlanır… Bunlar iddia biçiminde de verilse, çamur izini bırakır ve herkes sana baktığında bu suçlamaları hatırlar. Artık sen asla eski kimliğini sürdüremezsin. Bir düşünce suçlusu değilsindir. Barış suçlusu da ilan edilmezsin. Savaş örgütü, seni terörize eder ve yeni bir kimlikle milyonların karşısına çıkarır.

Ben de bu oyunun kurallarına takıldım. Açıkçası, yaptığım araştırma nedeniyle başıma çeşitli sıkıntılar gelebileceğini, belki bu nedenle huzurunuza çıkabileceğimi tahmin ediyor ve bunu göze alıyordum. Ama böyle korkunç, insanlık dışı bir komplonun içine düşeceğimi tahmin bile edemezdim.

Gözaltına alındığımda ilk önce benden, araştırmamda konuştuğum insanların ismini istediler. Yıllardır suça itilen insanlarla ilgili araştırmalar yaptığımı ve hiçbirine ait bilgileri polise vermediğimi söyleyerek istediklerini yerine getirmedim. Bu arada araştırmamı inceliyorlardı. Sonra birdenbire araştırmam yok edilerek bombaya dönüştürüldü. Araştırma yaparken militanlara yardım ettiğim, bombalarını sakladığımı iddia ettiler. Yani anti militarist bir araştırmayı bombaya dönüştürdüler. İşyerim sandıkları atölyede ve benim üzerimde patlayıcı bulunduğunu söyleyerek işkenceyi yoğunlaştılar. İnsanın kendisine yapılan işkenceyi anlatması zordur. Ama sanırım, burada söylemek zorundayım: Eliniz kesilince ya da ayağınız burkulunca bile neler hissettiğinizi düşünürseniz işkence altındaki bir insanın neler yaşadığını tahmin edersiniz. Ben, çok yoğun ve dayanılmaz bir işkence gördüm. Filistin askısından kolum çıktı, çok kötü biçimde yeniden taktılar. Hemen hemen hiç uyutulmadım. “Sünger gibi olacak” çığlıkları arasında beynime yapılan işkence, akıl hastanelerinde delilere yapılan “şok tedaviden” farksızdı. Akıllılık-delilik meselesinde bu kadar yoğunlaşan bir kadının “şok” a uğratılması çok romansı gibi durabilir ama yaşaması güç. İşkencenin en büyüğü ise, istediklerini yapmazsam, sokak çocuklarını ve travestileri alıp işkence yapacakları ve onları medyada teşhir edecekleri tehdidi oldu. Ben de bir an önce ellerinden kurtulup sağlıklı koşullarda mücadelemi vermek için, özellikle benim çevremde olan hiç kimsenin zarar görmemesi için, sadece benim aleyhime olan, araştırma yaptığım insanlara yardım ettiğimi iddia eden ama saçmalığı aşikâr olduğu için açığa çıkacağını çok iyi bildiğim bir ifadeyi imzaladım. Cezaevine getirilişimi, savcılığa çıkarılışımı hayal meyal hatırlıyorum. Ama “şunların elinden kurtulayım…” duygusu hala hatırımda. Çünkü bana yüklenen suçlamaların saçmalığı ortadaydı. Her şeyin ortaya çıkacağından emindim. Atölye benim işyerim değildi. Orada bomba bulunması imkânsızdı. Zaten kısa bir süre sonra, atölyede bulunduğu iddia edilen patlayıcıların, daha önce polisin elinde olduğu ortaya çıktı. Ama komplocular inatçıydı. Cezaevine girdikten bir ay sonra, “yakında çıkarım” diye düşünürken, televizyonda kendi görüntülerimi gördüm. Senaryo büyüyordu, ben de baş oyuncusu olmuştum. Mısır Çarşısı patlaması bombaymış, bombalayan da Pınar’mış. Ekranda kendimi izlerken, boşlukta yüzer gibi olduğumu hatırlıyorum. Sonra arka arkaya birçok suçlama geldi. Değişik insanlardan alınan ifadeler sonucu, ben cezaevindeyken gerçekleşen mafyatik bir öldürme olayından başka patlamalara kadar, birçok suç bana yıkılmaya çalışıldı. İşkence sonucu zorla ifade imzalayan insanlar, mahkemede, nasıl bir baskıya uğradıklarını anlattılar. Ama bu, karmakarışık suçlamalar dizisiyle karşı karşıya kalmamı engellemedi. Senaryonun en acıklı kısmı ise, itirafçılık trajedisi oldu. Bu insanların, dava süresince ne hale geldiğini hepimiz izledik. Bence bu sürecin en büyük mağduru onlar.

Araştırmamın yok edilmesi, bana acı verdi. Ama en kötüsü yaraya el sürmeye çalışan bir tutumun bu şekilde cezalandırılması daha sonraki teşhis ve tedavi çabalarına yönelik de bir gözdağı oldu. Benim şahsımda, bağımsız bir duruş arayışında olan kadınlara ve erkeklere bir işaret çakıldı. Sosyologlara, sosyal bilimcilere, aktivistlere parmak sallandı. Ben, bir sembol olarak seçildim.

Pekiyi nasıl direndim? Nasıl savundum kendimi?

Beni cezaevine götüren memurlar, ısrarla, yakında intihar edeceğimi, annemin de öleceğini söylüyorlardı. Dört duvarın arasına girince, bunun ne demek olduğunu çok düşündüm. Sonra arka arkaya gelişen olaylar, bu sözün arkasındaki niyeti ortaya çıkardı. Ama o sıralar ben de, annem de yaşama sarıldık. O kadar çok suçlama, o kadar çok kriminal vaka içine sürüklenmiştim ki, bunların içine dalarsam boğulacaktım. Ben de dalmadım. İlk mahkemede “Mısır Çarşısı patlaması eğer bombadan kaynaklanıyorsa bu bir insanlık suçudur. Ama benim maruz kaldığım suçlamalar da bir insanlık suçudur” dedim, tüm suçlamaları reddettim ve çalışmalarımı, cezaevinde de olsa sürdürmeye çalıştım. Mahkeme ve ilgili konuların psikolojik etkisi altına girmeden yaşamayı başardım.

İki buçuk sene kadın koğuşunda kalmak, nasıl anlatılır bilmiyorum. Kendimle çok yüzleştiğimi, ihtiyaçlarımın, yapmak istediklerimin billurlaştığını; düşünsel ve duygusal bir karmaşa ve sadeleşmeyi birlikte yaşadığımı hatırlıyorum.

Cezaevinde geçen 2,5 seneyi bir kazanıma dönüştürdüm. Orada yazdıklarımın çoğunu dışarıya çıkaramasam da, hatta akıbetlerini bilmesem de, yazmak beni biriktirdi, güçlendirdi. Geçmişte birçok filozofun, fikir insanının yaşadığı acıları biliyorum. Bazen doğrular için lanetlenmek durumunda kalıyor insan. Ve hakikat aşkına, bunu göze alabiliyor. Sayın Mahkeme Heyeti, ilk duruşmalarda, kendimi Ortaçağ’da cadı diye yakılan kadınlarla özdeşleştirdiğimi hatırlar. Ama şiddet karşıtı olan, hayatını şiddete, militarizme ve tüm savaşlara karşı mücadeleye adamış bir insanın, katliam sanığı olarak topluma tanıtılması korkunç bir şey. En kötüsü de medyatik bir insan oldum çıktım. İnsanın, sürekli kendini anlatmak durumunda kalması, özgürlüğü, özgünlüğü, hakikatle kurulan ilişkiyi bozar. Benim açımdan da böyle bir bozulma oldu maalesef…
Cezaevinden çıktıktan sonra, suçluluk psikolojisiyle, “uslu kız” görüntüsü veren bir role bürünmedim. Bu davanın hayatımı etkilemesine izin vermedim. Tahliye edilir edilmez, cezaevi kapısında, barış için mücadele edeceğimi söyledim. Madem ki küçücük bir barış çabam böyle cezalandırılmıştı; o halde, bu çabayı büyütmem, her şeyden önce, kendime saygı açısından gerekliydi. Yaşamıma, başıma bu komplo gelmeden önceki arayışlarım yön verdi. Bu sefer, üzerime dolaylı ya da doğrudan tehditlerle geldiler. Şimdiye kadar hakkımda iddia ettikleri tüm suçlamaların saçmalığı, huzurunuzda ortaya çıkınca, beni bir şekilde mahkûm etme tutkusu devam etti. Milliyet gazetesindeki asparagas haberin, büyük bir acz içinde, dosyaya konması bunun son örneğidir. Oysa aynı gazetede, haberin geçersizliğini ortaya koyan ve gözden kaçtığı için, genel yayın yönetmenin dahi özür dilediği geniş bir yazı çıkmıştı. Bu tür haberlerin nasıl yapıldığını siz benden iyi biliyorsunuz. Gazete yönetiminin bile fark edip özür dilediği bu haberin hemen dosyaya girmesi, beceriksizlikle sürdürülmeye çalışılan bir komployu gözler önüne seriyor.

Ama ben, her şeye rağmen, Mısır Çarşısı komplosuna yenilmedim. Sırrım sevgiydi. Başta ailem, sonsuz bir güven ve emekle hep yanımda oldu. Babam, ilk günden itibaren, elinde piposuyla, dedektif gibi çalıştı. Kendi kızını ameliyat etmek zorunda olan cerrahların yaşadığı sıkıntının, onda da olduğunu tahmin ediyorum ama bunu hiç belli etmedi. Elini hep omuzumda hissettim. Annem, bir Cumhuriyet kadınıydı ve en çok da bu yüzden başıma gelenlerden çok fazla etkilendi. Daha önce telefon konuşmalarını dinledikleri için öleceğini söyledikleri annem, ağır kalp hastası olmasına rağmen, kızına yönelik bu korkunç saldırıya karşı kendini siper etti. Kapı kapı dolaştı ve toplumla cezaevindeki kızı arasında bir köprü oldu. Ama tahliyemden sonra kalbine yenik düştü. Fakat son mütalayı duymadığı için, acıyla değil, adalet duygusuyla aramızdan ayrıldı. Nitelikli bir işletmeci olan kardeşim ise benim için hayatını değiştirdi. Mısır Çarşısı suçlamasını duyar duymaz cezaevine geldi ve “Ben senin hukuk mücadelenin içinde olacağım. Avukatın olacağım” dedi. Gerçekten de başarılı olduğu işini bıraktı, üniversite sınavlarına girdi, kazandığı hukuk fakültesini bitirdi ve avukatım oldu. Sevginin gücü, en büyük zorluklar karşısında bile, insanı dirençli kılar. Ben bu direnci, özellikle ailem sayesinde korudum. Sadece ailem mi? Babam, verdiği hukuk mücadelesinde hiç yalnız kalmadı. 7 yıldır savunmamı yapan hukukçular, büyük bir fedakarlıkla bu komployla boğuştular ve benim hukuka olan inancımın canlı kalmasını sağladılar. Diğer yandan, başta kadın arkadaşlarım olmak üzere, çevremde bir kenetlenmeyi sürekli hissettim. Öyle bir dayanışmaya tanık oldum ki, insana dair umudum hep diri kaldı. Hocalarım, mahkemeye benimle ilgili görüşlerini yazdılar. Son duruşmadan sonra, başta Türkiye’nin en önemli sanatçı ve düşün insanları olmak üzere, binlerce kişi “Pınar Selek’in şiddet karşıtı olduğuna tanığız” diye açıklamalar yaptılar.
Sekiz yıl boyunca ayakta kalmamı sağlayan aileme, hukukçulara, dostlarıma, kadınlara ve tüm dürüst insanlara teşekkür ederim.

Ben kendimi korudum, kuşatmaya, lanetlenmeye karşı varlığımı savundum. Bu komplo beni zayıf düşürmedi ama ülkemiz açısından, tarihin tekerrürüne hizmet etti. Elimden alınan araştırma, tüm eksikleriyle birlikte, yaşadığımız sorunları, milli güvenlik siyasetinin dışında bir bakışla analiz etmenin yollarını arıyordu. Yanlışlık ya da doğruluk ayrı meseledir. Ama bir olgu eğer gerçekse, önemli olan bu gerçekliği derinlikli tanımlamaktır. “Herşey apaçık olsaydı, bilime gerek kalmazdı” sözü hiç unutulmamalıdır.. İlk bakışta gördüğümüz bir elmanın düşüşü, bilimsel açıdan baktığızda, bize ağacın kökünden, rüzgara, toprağa kadar bir çok gerçekliğe işaret eder. Son yirmi yıldır yaşadığımız şiddet ortamını da böyle ele almak zorundayız. Sorunları aşmak, onların anlaşılmasına bağlıdır, anlaşılması için ise araştırmak gerekir. Ben, iyi niyetli en küçük bir çabayla bile iyileşeceğimize inanıyorum. Ama bitiremiyoruz. Ve suyun kirlenmesini, havasız kalışımızı sadece izliyoruz.
6- 7 Eylül olayları hala aklımızda… Suç komünistlere atıldı, ülkenin her tarafında komünist tevkifatlar yapıldı. Aziz Nesin bile bu nedenle tutuklandı. Bu vahşetin o zamanki siyasal iktidar tarafından organize edildiği Yassıada mahkemelerinde anlaşıldı. Hatta bombayı atanın, Oktay Engin adında bir MİT mensubu olduğu açığa çıktı. Ama ne oldu? Solcular bir dönem susturuldular ve kendilerini savunmak durumunda bırakıldılar.
Hep öyle oldu. Muhalefet, hesap sormasın diye sürekli asılsız suçlamalarla damgalandı ve hesap vermek zorunda bırakıldı. Orhan Veli’nin dediği gibi:

Açlıktan bahsediyorsun
Demek bütün binaları yakan sensin
İstanbul’dakileri sen
Ankara’dakileri sen
Sen ne domuzsun sen…

Saygılarımla…


Pınar Selek

This entry was posted in art by omosis. Bookmark the permalink.

About omosis

Selected exhibitions, activities: 2013 Artist presentation: "Being in Sweden, being an immigrant, being an artist", Adaevi, Museum of the Princes' Islands, İstanbul, Turkey "Yersiz: Kader Birliği", Mardin, Kızıltepe, Turkey “Ja jag vill leva jag vill dö”, Tegen 2, Stockholm "Vilken tur! Himlen omfamnar oss!" / "What luck! The sky embraces us!" / "Ne şans! Gökyüzü hepimizi sarıyor!" Photography Exhibition, Ideas and Innovation Fair, Stockholm "Milat" Exhibition for Hrant, Getronagan Lisesi'nden Yetişenler Derneği, Harbiye / Rumeli Han C blok 6.Kat - Beyoğlu, İstanbul 2012 Migration Connections Project 2012 Exhibition, Museum of the Princes' Islands, İstanbul, Turkey Edinburgh Middle Eastern Film Festival, Filmhouse, Edinburgh, Scotland, UK Artist Talking and Screening, Agent Ria, Still Gallery, Edinburgh, Scotland, UK 2011 Ars retorica, Hall the university library of Paris 8 – Saint Denis, France The Exhibition on the 20th Anniversary of the Human Rights Foundation of Turkey: Where Fire Has Struck, DEPO Istanbul, Turkey 2010 PAI 2010-2011 in Thebes, Conference Center of Thebes, Greece International Media Arts Festival Videfesta’10: Archive Fever, Goethe Institute, Ankara, Turkey Temps D'Images Portugal 2010 Festival Film Award for Films on Art section "From childhood to police station" Exhibition, Free Expantion Platform, Istanbul, Turkey HEP Iran screening, Sazmanab Project, Tehran, Iran AthensArt 2010 contemporary art exhibition, Athens, Greece PAI 2010 contemporary art exhibition, Samothrace, Greece "Thistles of Sazak" screening and exhibition, 7th Karaburun Festival, Izmir, Turkey Distance Festival, London, UK "Artist Cinema", Art Beijing, China Over trubled water, Tegen 2, Stockholm, Sweden Ankara International Film Festival, "Video: Spaces of Memory", Ankara, Turkey Direct Channell, Canakkale' Turkey !F Istanbul Film Festival 2010 online program: See it yourself (This village)' Istanbul, Turkey HEP Screening, AFA Beijing, China Tornavideo, Tamirhane, Ankara, Turkey 2009 “Projected Visions: 35 years of Turkish video art” exhibition Meeting Europe - Istanbul, Wacken Exhibition Centre, Strasbourg, France HEP (Human Emotion Project) Screening, AFA @ Portuguese Bookshop Gallery, Macau, China co-exhibition "Dirty Story", BM Suma, Istanbul, Turkey HEP (Human Emotion Project) Screening, Caldas-da-Rainha, Portugal HEP Screening, Berlin, Germany "Thistles of Sazak", art performance, Karaburun, Izmir, Turkey "Istanbul-Off-Spaces" co-exhibition, Kunstraum Kreuzberg/Bethanien, Berlin, Germany co-exhibition "Interzone:Nation", Gallery Galzenica, Zagreb, Croatia HEP Screening, LaSala in Cigunuela, Spain HEP screening, Melbourne, Australia "Varning för klämrisk", Solo Exhibition, Tegen 2, Stockholm, Sweden to Ankara International Film Festival, Ankara, Turkey 2008 1st Int. Roaming Biennial of Tehran, Berlin, Germany "Hög på Golvet" group exhibition at Tegen 2, Stockholm, Sweden 1st Int. Roaming Biennial of Tehran, Istanbul, Turkey International Mail Art Project 2008, Conceptual Continuity Supermarket 2008 Art Fair with Tegen 2, Stockholm, Sweden 2007 "Fear of god" co-exhibition, Hafriyat Karakoy, Istanbul, Turkey "Bodrum Film Festival", Bodrum, Mugla, Turkey "Jag, min husses hund" group exhibition, Tegen 2, Stockholm, Sweden "Nightcomers" project in the 10th Biennial of Istanbul, Istanbul, Turkey Scope NYC [PAM], Scope Art Fair, Lincoln Center, New York, USA 2006 co-exhibition "Labyrint" in Botkyrka Konsthall, Stockholm, Sweden Artist's "Sann dialog" ("Real dialogue") contemporary art activity has been started. Stockholm, Sweden Artist sent his videoperformance named as "Öppet brev till Migrationsverket" to Migrationsverket ("Open letter to Sweden Migration Board") 51', Stockholm, Sweden 2004 Artist given his art-object named as "För uppehållsstillstånd" to Migrationsverket ("For residence permission"), Istanbul, Turkey co-exhibition "Bridge from east to west", BBK Karlsruhe, Germany 2003 co-exhibition of AIAP "Hal/iç" with work name the "Difficult sleep". Kadir Has University, Istanbul, Turkey 2002 co-exhibition "Arts Plastiques" in METU Spring Festival at METU Congre Center, Ankara, Turkey co-exhibition "A travel into life" at Kargart, Istanbul, Turkey 2001 "Sometimes when I'm high, I watch TV", video performance screening, Dulcinea, Istanbul, Turkey Artist's "Solitudo" contemporary art activity has been started. A solo contemporary art exhibition with 210 participants: I want my mirrors. Dulcinea Istanbul, Turkey 2000 co-exhibition "Veritas Omnia Vincit", Istanbul, Turkey Artist's "I want my mirrors" contemporary art activity has been started, Istanbul, Turkey 1999 "2th Interbalcanic Symposium of Visual Arts" and co-exhibition, Samotrache/Greece 1998 "...self", solo exhibition. Dulcinea, Istanbul, Turkey co-exhibition "The Other", Istanbul, Turkey 1996 "Citypaintings", solo exhibition. Habitat II/NGO Forum '96 art activities, Istanbul, Turkey Publication of book of poems: "Limpin Bird" (Aksak Kus) (168 page, 81 poem, 81 picture), Istanbul, Turkey 1995 Fourth Biennial of Istanbul, Istanbul, Turkey co-exhibition "Young Activity/Borders and Beyong", Istanbul, Turkey 1991 Short film maker and director, ("Everything is as it is", 24', 16 mm. Included in TRT's "Young Cinematographers" programme), Istanbul, Turkey

Yorum bırakın